15 Nisan 2012 Pazar



       
       T.C.                                                             YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ        SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ 
   TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI                        ANABİLİM DALI       
    ESKİ TÜRK EDEBİYATI                                                          



KONU
          NECÂTİ BEY DİVANINDA MAHALLİ DEYİŞLER



Hazırlayan
BAYRAM KARAKAPLAN



Danışman
Yrd. Doç. Dr. İsmail ARIKOĞLU





VAN-2010


qwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüzxcvbnmöçasdfghjklşiqwertyuıopğüaswertyuıopğüasdfghjklşizx




HAYATI
Necati Bey, Şeyhi ve Ahmed Paşa’dan sonra 15. Asrın üçüncü büyük şairidir. Necati Bey’in ailesi ve doğum tarihi bilinmez. Kabul edilen bir rivayete göre Edirneli bir hanımın kölesidir.  Şairin asıl adının İsa (daha zayıf bir ihtimale göre Nuh) olduğu söylenmektedir. Eski kaynaklar O’na belki de soyu sopu bilinmeyen manasında Abdullah oğlu demişlerdir. Bu adlandırma O’nun Hıristiyan kökenli olma ihtimalini güçlendirmektedir.
Şair hayatının bir dönemini Kastamonu’da geçirmiştir. Burada hattatlık yapmıştır ve şairlik şöhretini burada iken kazanmıştır. Necati Bey’in Kastamonu’ya niçin ve ne zaman gittiği bilinmez. Bazı kaynakların şairi Kastamonulu göstermesi , O’nun şöhretinin Türkiye’ye buradan yayılmasındandır.
Ahmed Paşa’nın Rum Sultanü’ş-şuara’sı sayıldığı bir dönemde Necati Bey’in şöhreti kervanlar vasıtası ile İstanbul’a kadar gelmiştir. Paşa ve arkadaşları Necati Bey’i ilk önce Döne Döne redifli gazeli ile tanımışlardır. Şiirleri Fatih Sultan Mehmet tarafından da beğenilen Necati Bey padişahın divan katipliği vazifesiyle İstanbul’a alınmıştır. Fatih’in vefatından sonra 2. Bâyezid tarafından himaye edilen şair, daha sonraki dönemlerde de çeşitli görevlerde bulunmuştur.
Necati Bey hayatının son yıllarını kendisine bağlanan bin akçe maaşla İstanbul’un Vefa semtinde geçirmiştir. Ölümü üzerine evinin bahçesine defnedilmiştir. Bu mezarın Şeyh Vefa Türbesi civarında olduğu bildirilmekte ise de bugün o civarda ne Necati Bey’in ne de ailesinden başka herhangi birinin mezarı bulunmamaktadır.

SANATI
Necati Bey 15. asrın en önemli şairlerinden biridir. Şair söylediği özgün şiirler sayesinde Türkçenin şiir ve edebiyat dili olmasında önemli bir rol oynamıştır. Necati Bey’in eserlerinin, Türkçenin divan edebiyatı sahasında milli kimliğini yakalamasında önemli katkıları olmuştur. Necati  Bey’in de büyük katkılarıyla Türkçe divan edebiyatı sahasında emekleme döneminden olgunluk dönemine geçmiştir.
Divan edebiyatında hem dil hem de mana ve ruh bakımından ilk olgun eserler 15. asırda verilmiştir. Osmanlı Devleti’nin siyasi arenada gösterdiği başarılar doğal olarak edebiyata da yansımıştır. 1453 yılında İstanbul’un fethiyle beraber devletten imparatorluğa geçilmiştir. Edebi alanda da Şeyhi, Ahmed Paşa ve Necati Bey’in yaptığı fetihler sayesinde imparatorluk devri başlamıştır.  
Necati Bey 15. Asrın sade dil kullanan aydınları içinde, zarif ve tabiî bir şehir halkı Türkçesiyle şiirler söyleyen şairdir. O’nun divanındaki 650 gazel, büyük ekseriyetle Türkçe kelimelerle söylenmiş; bu gazellerin redifleri ekseriya ve kafiyeleri, yer yer Türkçe fiiller ve Türkçe kelimelerle tertiplenmiştir.[1] Necati Bey devrinde mahalli söyleyişlere en çok yer veren şairdir. Niteki O’nun şiirleri üzerinde yapılacak küçük bir inceleme bu durumu gösterecektir. Latîfî tezkiresinde şairin sanatından bahsederken şöyle demiştir: “Atasözü ve deyimlerle örülü şiiri söylemede tek ve bu tarzda yaratıcı, söz üslubunda mucid ve yeni şeyler bulan biridir. Akıcı ve güzel gazelleri lafız ve akıcılıkta aynı düzeyde ve aynı seviyededir. Sözün ruhunu önce o bulmuştur. Bu hususta diğerleri ona uymuştur.”[2] Necati Bey yöresel kullanımlarda bazen o kadar ileri gitmiştir ki bir dönem yaşadığı Kastamonu yöresine ait pek çok yerel söyleyişi dahi şiirlerinde kullanmıştır. Latifi dahi tezkiresinde bu duruma değinmiştir. Adı geçenin divanında yer alan şiirlerin çoğu Kastamonu yöresinde söylendiği için beyitlerinde yer alan ibarelerin bazısı adı geçen vilayetin eski adetlerine ve ıstılahlarına uygun düşmüştür. Ama bu ibareleri daha önce duymamış olanlar, beyitlerdeki nükteyi değerlendiremeyip değişik şeyler hayal ederler.[3] Latifi bu duruma şu beyiti örnek olarak vermiştir:
Acır isen gel Necâti derdmende acı kim
Ne leb-i dilber nasib oldu ne helvâ-yı rakîb
Bu beyitin kapalı manası şudur: Kastamonu yöresinde ölü için helva yapıp kete ve yufkalara sarıp yetim ve yoksullara üleştirirler. O yörede bu helvanın adına “Nasib” derler.[4] Latifi’nin de tezkiresinde belirttiği gibi Necati Bey yerel söyleyişlere şiirlerinde çok fazla yer vermiştir. Bu da Necati Bey’in dilini, halk diline yaklaştırmıştır. Türkçenin türlü cinasları, söz ve mana sanatları, şiirde ahenk yaratan kafiye ve redifleri Necati’nin şiirlerinde hep bu tabii söyleyişin cazibesi içindedir.[5]
Necati Bey’in Türkçeyi başarıyla kullanması ve ona yeni bir soluk kazandırması, şairin hem kendi devrinde hem de kendinden sonra gelenler arasında çok sevilmesini ve tutulmasını sağlamıştır. Kendi devrinde ve daha sonraki yıllarda pek çok şair Necati Bey’in şiirlerine nazireler yazmıştır. Bu da Necati Bey’in etkisinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.













NECATİ BEY KASİDELERİNDE

1)      Necâtinün dirisinden ölüsü Ahmedün yeğdür
Ki İsâ göklere ağsa yine dem urur Ahmedden

Ahmedün ölüsü Necatinün dirisinden yeğdür. Ki İsâ göklere ağsa yine Ahmedden dem urur.
Ahmed Paşa’nın ölüsü Necati’nin dirisinden yeğdir. Ki İsa göklere çıksa yine Ahmet’ten söz eder.

v  Yeğ: daha iyi olan, tercih edilen
v  Dem urur: bahseder, söyler

Necâti Bey; Ahmed Paşa ve Şeyhi’yle beraber 15. asrın üç büyük şairinden biridir. Necati Bey’in kendi devri içinde en çok etkisi altında kaldığı ve şiirlerine nazire yazdığı şair Ahmed Paşa’dır. Ahmed Paşa’nın Rum Sultanü’ş-şuâra’sı sayıldığı çağlarda Necâti’nin şöhreti kervanlar vasıtasıyla Ahmed paşa meclislerine kadar gelmiş, Paşa ve arkadaşları bu  şairi önce Döne Döne redifli gazeli ile tanımışlardır.[6] Şairin İstanbul’daki  ününe Paşa’nın meclisleri sayesinde kavuşması O’na duyduğu hayranlığın bir başka yönünü oluşturabilir. Nitekim şair bu beyitinde de Paşa’ya duyduğu derin saygıyı ve büyük hayranlığı dile getirmektedir. Bunu yaparken de diğer pek çok beyitinde olduğu gibi dem urur  deyimini kullanarak sözün tesirini arttırmış ve aynı zamanda halk söyleyişlerini ustaca şiirin bünyesine dahil etmişitir.
 Bu beyitte Hz. İsa’nın göğe çıkarken Hz. Muhammed(s.a.s)’in adını anması olayına  telmih vardır. Şair Ahmed sözcüğünü tevriyeli kullanarak hem Hz. Muhammed’i hem de Ahmed Paşa’yı kast etmiştir. Böylece şairin büyüklüğünü dile getirmeye çalışmıştır.

2)      Eser itmez nidelüm âh-ı sehergâh  sana
Meğer insâf vire dostum Allah sana

Dostum, âh-ı sehergâh sana eser itmez nidelüm. Meğer Allah sana insâf vire.
Dostum (ey sevgilim) sana seher vakti edilen ah bile tesir etmeyince, elimden ne gelir? Meğer Allah sana insaf versin!

v  Sehergâh: sabah vaktine ait olan, sabahlık
Şair bu beyitinde sevgiliye seslenmekte ve onun vurdum duymazlığından yakınmaktadır. “Meğer Allah sana insaf vere” diyerek içinde bulunda çaresizliği, bir halk söyleyişiyle samimi bir şekilde dile getirmektedir.

3)      Çınarun kadd-i yâra nisbeti var
Eli yufka velî hoş himmeti var

Çınarun kadd-i yâra nisbeti var. Eli yufka veli hoş himmeti var.
Çınarın (boyunun) yârin boyu ile bir zıtlaşması var. (Onun) eli yufkadır ama hoş gayreti(çabası)var.

v  Kadd: boy
v  Velî: velakin, ama
v  Himmet: gayret
v  Nisbet: bağlantı, alaka, kıyaslama; inat olsun diye yapılan iş, inat olarak

Şair bu beyitinde “eli yufka” deyimini kullanarak alışılmış çizgisini devam ettirmiştir.

4)      Bir servün ayağına yüz urmağ içün gider
Döne döne terâne ile bağa cuybâr

Cuybar terâne ile bir servün ayağına yüz urmağ içün döne döne bağa gider.
Akarsu bir selvinin (sevgilinin) ayağına yüz sürmek için, ezgilerle ve döne döne bağa doğru gider.

v  Cuybar: ırmak, akarsu
v  Terane: nağme

Bu mısralarda akarsuyun, bağa servinin ayağına yüz sürmek için gittiği söylenerek hüsnü talil yapılmıştır. Servi sözcüğünde açık istiare vardır. Bu beyitte “ayağına yüz sürmek” deyimi kullanılmıştır. Bu deyim birine duyulan büyük saygı ve sevgiyi ifade etmek için kullanılmaktadır. Şair bu beyitte akarsuyun bile sevgiliye duyduğu büyük sevgiden dolayı, sevgilinin ayağına yüz sürmek için bağa doğru gittiğini belirterek hüsn-i talîl yapmıştır.


5)      Başın ortaya koyup  giceleri irteye dek
Şem-i dil-süz arar tapunı mahfil mahfil
Şem-i dil-süz başını ortaya koyup giceleri irteye dek mahfil mahfil tapunı arar.
Gönlü yanık mum, senin huzuruna ermek için başını ortaya koyup geceleri (sabaha kadar) (bu)toplantı yerinden  ötekine gider.
v  Dil-süz:  gönlü yanık
v  Mahfil: toplanılacak yer
Mum kişileştirilmiştir ve insani vasıflar yüklenerek teşhis  sanatı yapılmıştır. Mumun toplantı yerlerinde elden ele dolaştırılması onun huzuruna ermek içinmiş gibi gösterilerek hüsnü talil yapılmıştır.

6)      Dirhemi izzet idüp tutduğı el üstine il
Şeref-i nâm-ı hümayûnıdır anı bilgil

Anı bilgil il dirhemi izzet idüp el üstine tutduğı, şeref-i nam-ı hümayunıdır.
Şunu bil ki herkesin paraya değer verip el üstünde tutması, onun kutlu isminin şerefindendir.

v  Dirhem: para birimi
v  Hümayun: kutlu, mübarek, padişaha ait

Eski dönemde paraların üstünde tuğra adı verilen padişah mührü basılırdı, bu padişah da o dönemin padişahıdır. Burada da bu kaside Mehmed Han’a yazıldığı için kasdedilen Fatiih Sultan Mehmed’dir. Paraya değer verilmesinin nedeni olarak padişahın adı gösterilmiş böylece hüsn-i talil sanatı yapılmıştır. Şair paraya değer kazandıran ve el üstünde tutulanın aslında onun üstündeki tuğra olduğunu belirtmektedir. Şair burada mahalli unsur olarak “el üstünde tutmak” deyimini kullanmıştır.  

7)      Hasım gürzün görüben tiğüne cân virdüği bu
Kim ecel irse olur her kişi mâya mâyil

Bu hasım gürzü görüben tiğüne can virdüği, kim ecel irse her kişi maya mayil olur.
Bu düşmanın gürzünü görünce kılıcına can verdiğidir; çünkü ölümü gelen herkes suya istekli olur.

v  Mayil: meyilli, istekli
v  Hasım: düşman
v  Tiğ: kılıc
v  Mâ: su
Şair burada düşmanını görenin kılıcana istekle sarılmasını, öleceğini anlayan kişinin su istemesine benzetmiştir. Can vermek hem ölmek hem de hevesli, istekli olmak manasında kullanılmıştır yani tevriye sanatı vardır. Kılıç su münasebeti ise farsça âb su; abdar da parlak demektir.  Burada da hem kılıca abdar diyerek parlak denilmiştir hem de çeliğe su verilirse çelik sertleşir. Bunu hatırlatılarak çift anlamlı bir katman oluşturulmuştur. Bu da yine tevriye sanatına örnektir. Bu beyitte “can vermek” deyimi kullanılmıştır.

8)      Başın ortaya koyup âteş-i kahr ile varur
Getürür kal’a-i küffar kilidinden dil

Başın ortaya koyup ateş-i kahr ile varur, kal’a-i küffar kilidinden dil getürür.
Başını ortaya koyup kahredici bir ateşle varır, düşman kalesinin kilidinin dilini getirir.

v  Küffar: kafir

Şair övdüğü kişinin gönlü ile kafir kalelerini açtığını belirtmiştir. Ayrıca dil sözcüğü burada kapı kilidinin dili manasına da gelecek şekilde kullanılarak tevriye yapılmıştır. Yani övülen kişi kapı kilidinin dilini getirerek orayı ele geçirdiğini göstermiştir. Bu beyitte “başını ortaya koymak” deyimi kullanılmıştır.

9)      Yüz safâ ile güneş dahi gelür baş üzre
Kapun üftâdesi şâhâ yalunuz mâh değül

Şaha! Kapun üftadesi yalunuz mah değül, yüz safa ile güneş dahi baş üzre gelür.
Ey şah! Kapının düşkünü yalnız ay değildir, yüz safa ile güneş dahi baş üstüne gelir.

v  Üftade: düşmüş, biçare
v  Mâh: ay

Burada şahın kapısına düşkünü olarak ay ve güneş tasvir edilmiştir burada hem kişileştirme hem de mübalağa vardır. “baş üzre gelmek” deyimi kullanılmıştır.

10)   Her bi-nazar ki sofra-i lutfundan el çeker
Ahşâma karşı aç ola vü bi-nevâ seher
Her bi-nazar ki sofra-i lutfundan el çeker ahşama karşı vü bi-neva seher aç ola.
Senin lutfunun sofrasından el çeken idraksız akşama karşı aç olsun, seherde yiyecek bulamasın.

v  Bi-nazar: idraksız
v  Bi-neva: nasipsiz, çaresiz, zavallı, fakir

11)   Bağa gel kim eyledi peydâ yed-i beyzâ semen
Gözün aç kim gösterür ahdar şecerde nâr gül

Bağa gel kim yed-i beyza semen peyda eyledi, gözün aç kim ahdar şecerde nar gül gösterür.
Bağa gel ki beyaz el yasemin ortaya çıkardı, gözünü aç bak, gül yeşil ağaçta ateş gösteriyor.

v  Şecer: ağaç
v  Yed-i Beyza: bembeyaz el
v  Ahdar: pek yeşil, yemyeşil
v  Semen: yasemin

Yed-i Beyza Hz. Musa’ya verilen mucizelerden biridir. Hz. Musa firavuna peygamberliğini ispat için elini koynuna sokup çıkarınca eli parlamıştır. Buna istinaden gülün yeşil ağaçta ateş, beyaz elin de yasemin göstermesi bahçede görülen mucizeler olarak takdim edilmiştir. Bu beyitte yed-i beyza ile yasemin arasında bir bağ kurulmuştur; çünkü yasemin beyaz renkli bir çiçektir. Dolayısıyla yeşil ağacın kırmızı gül ve beyaz yasemin çiçeği çıkarması ile Hz Musa’nın mucizesi arasında bir bağ kurulmuştur(telmih).
Gözün aç deyimi bu beyitte, hem gözünü aç da bak manasına hem de idrakını açık tut manasına gelecek şekilde tevriyeli olarak kullanılmıştır.

12)   Baştan ayağa zer ü yâkût ile pîrûzeden
Donanur diler kim ola şâhid-i bâzâr gül

Gül baştan ayağa  zer ü yâkût ile pîrûzeden donanur, gül diler ki şâhid-i bâzâr ola.
Gül baştan ayağa altın, yakut ve firuzeden oluşmak ve pazarda ünlü bir güzel olmak diler.

v  Şâhid-i bâzâr: orta malı güzel
v  Zer: altın, sarı

Gül değerli mücevherlerle süslenmek isteyen bir kadına benzetilmiştir(teşhis). Zer, yakut, firuze arasında bir bağlantı kurularak tenasüp sanatı icra edilmiştir. Bu beyitte ki “baştan ayağa” kullanımı yerel bir kullanımdır.

13)   Gonca gibi gam dikenlerinden bülbül kan yudar
Karşusında bâd-ı subh ile güler oynar gül

Bülbül Gonca gibi gam dikenlerinden kan yudar, gül karşusında bâd-ı subh ile güler oynar.
Bülbül gonca gibi gam dikenlerinden kan yutar, gül karşısına geçip sabah yeli ile gülüp oynaşır.

v  Bad-ı subh:  Sabah yeli

Bülbül gonca gibi olan üzüntü dikenlerinden dolayı kan yutar. Gül ise bülbülün karşısına geçip sabah yeli ile beraber gülüp oynar. Gam dikenleri goncaya benzetilerek teşbih yapılmıştır. Gülün sabah rüzgarından dolayı sallanması, gülün bülbülün üzüntüsünden dolayı sevinmesine bağlanarak hüsn-i talil yapılmıştır. Kan yutmak deyimi ise bir olay karşısında duyulan üzüntüyü belirtmek için kullanılmıştır. 

14)   Eyle redd ağyârı kim dillerde makbûl olasın
Başlar üzre yiri vardur itse terk-i hâr gül

Ağyarı redd eyle kim dillerde makbul olasın, gül terk-i har itse başlar üzre yiri vardur.
Yabancıları kov ki gönüller seni kabul etsin. Gül dikeni bırakırsa başlar üzerinde yeri vardır.

v  Har: diken
v  Red: kovmak
v  Makbul:  Kabul gören
Burada o devirde dikensiz gülün süs olarak başa takılması olayına işaret edilmiştir. Ayrıca “baş üzre yeri var” deyimi birine duyulan saygıyı ifade etmek için kullanılır. “Başlar üzre yeri var” deyimi tevriyeli kullanılmıştır. Terk ve red arasında tenasüp vardır. Yine birinci mısrada ki “dillerde makbul ol” tamlaması tevriyeli kullanılmıştır. Burada hem bu kişinin dillerde olumlu söylenmesi hem de gönüllerde yer tutması kastedilmiştir.

15)   Şâh-ı  âdil devridür var gûşmâl it ey saba
Bülbüle cevr eylemekden itsün istiğfâr gül

Ey saba! Şâh-ı  âdil devridür var gül guşmal it, bülbüle cevr eylemekden istiğfâr itsün.
Ey bahar yeli, adaletli padişahın devridir. Var git gülün kulağını büküp ihtar et, de ki bülbülü incitmekten vazgeçip tövbe etsin.

v  Guşmal: kulağını bükme
v  İstiğfar: tövbe etme, Allah’tan günahın bağışlanmasını isteme

Bu kaside baharda yazılmıştır. Bahar mutedil, yani ılık bir mevsimdir. Adalet kelimesi de mutedil ile aynı köktendir. Adaletli padişahın devri derken şair, bahar mevsiminin bu vasfına da işaret etmiş oluyor. Bunun için de gülden bülbüle yaptığı eziyetlerden vazgeçmesi istenmektedir.

16)   Nimet-i hulkun kohusundan ire diyü nasîb
Damenin açup gedâlar gibi durur zâr gül

Gül nimet-i hulkun kohusundan nasib ire diyü damenin açup gedalar gibi zar durur.
Senin yaradılış nimetinin kokusundan bir nasip erişir diye, gül eteğini açıp dilenciler gibi mahçup ve zavallı durur.

v  Damen: etek
v  Geda: dilenci
v  Zar: mahçup ve zavallı
v  Hulk: yaradılış

17)   Bad-ı hulkun itmeyince ta’n ile bağrını kan
Virmedi gülşende bûy-ı nafe-i tâtâr gül

Bad-ı hulkun ta’n ile bağrını kan itmeyince, gülşende gül bûy-ı nafe-i tâtâr virmedi.
Yaradılışının yeli azarlayarak bağrını kan etmedikçe, bahçede gül tatar miskinin kokusunu vermedi.

v  Ta’n: sövme, yerme, ayıplama
v  Buy-ı nafe-i tatar: tatar miskinin kokusu
v  Bad-ı hulk: yaradılışın rüzgarı

Burada gülün rüzgarla açılıp güzel koku saçmasına işaret vardır. Gülün açılması başka sebeplere bağlanmıştır. Bu da bize hüsn-i talil sanatının varlığını gösterir. Gülün kırmızılığından dolayı “bağrını kan etmek” deyimi kullanılmıştır.

18)   Horşid-i âsümân gibi baş üzre yiri var
Dil uzadursa tan mı fülan bin fülana tiğ

Dil fülan bin fülana tiğ uzadursa tan mı? Horşid-i âsümân gibi baş üzre yiri var.
Gönül herhangi birine kılıç çekerse buna şaşılmamalı. (Çünkü) gönlün gökteki güneş gibi baş üstünde yeri vardır.

v  Horşid: güneş
v  Fülan ibni fülan: falan oğlu falan, belirsiz bir kimse
v  Asüman: gök

Gönlün birine kılıç çekmesi, yani onu kendine aşık etmesi hoş karşılanmalı; çünkü onunda gökyüzündeki güneş gibi başımız üstünde yeri var. Güneş devamlı gökyüzünde olduğu için böyle bir benzetme yapılmıştır. Bu beyitte “baş üzre yeri var” deyimi kullanılmıştır.

19)    Kâr itmez oldı hançer-i hûn-riz-i rûzigâr
Kudret sunalı Husrev-i sâhib-kırâna tiğ

Tiğ husrev-i sâhib-kırâna kudret sunalı;  hançer-i hûn- riz-i rûzigâr kar itmez oldı.
Kılıç yüksek talihli padişaha kuvvet sunduğundan beri, zamanenin kan dökücü bıçağının hiçbir etkisi kalmadı.

v  Hun-riz: kan dökücü
v  Husrev: padişah
v  Sahib kıran: her zaman başarı kazanan hükümdar
v  Tiğ: kılıç
v  Rüzgar: zaman, devir

“Kar itmez oldu” deyimi kullanılmıştır.

20)   Devrân Sikenderinün elinden Hızır gibi
Her dem Hayât Suyın içer kana kana tiğ

Tiğ devran Sikenderinün elinden Hızır gibi  her dem hayat suyın kana kana içer.
Kılıç zamanın İskender’inin elinden Hızır gibi her zaman hayat suyunu kana kana içer.

v  Devrân: dünya, talih, zaman

Zamanın İskender’i diyerek devrin hükümdarını Büyük İskender’e benzetmiştir (telmih). Hızır Aleyhisselam’a telmih yapılmıştır. Şair hükümdarı överken onun kılıcının kan dökmesinden bahsetmiştir. Bunu da İskender’in Hızır’ın elinden ab-ı hayat içmesine benzetmiştir. “Kana kana içmek” deyimi kullanılmıştır. 

21)   Kul oldı işiğinde salâtın-i nâmdâr
Bel bağlayalı hidmet-i şâh-ı cihâna tiğ

Tiğ hidmet-i şâh-ı cihâna bel bağlayalı, salâtın-i nâmdâr işiğinde kul oldı.
Kılıç dünya padişahına hizmet etmek için ona bel bağlayalı, ünlü sultanlar onun kapısında kul oldu.

v  Hidmet: hizmet
v  Namdar: ünlü
v  Salâtın: sultanlar

“Bel bağlamak” ve “kul olmak” deyimleri kullanılmıştır.

22)   Hasmun gözinden akanı yaş sanma kandır ol
Kezdi eritdi bağrını döndürdü kana tiğ

Hasmun gözinden akanı yaş sanma ol kandır. Tiğ bağrını eritdi kezdi, kana döndürdü.
Düşmanının gözünden akanı yaş sanma o kandır. Çünkü kılıç onun bağrını ezdi, eritti kana döndürdü
Bu beyit Necati Bey’in şiirlerindeki mahalli unsurların ne kadar önemli olduğunu göstermek için önemli bir örnektir. Şiirde kullanılan kelimelerin tamamına yakını Türkçedir. Kullanılan yabancı (hasm, tiğ) sözcükler ise Türkçeleşmiştir. Şair bu beyti konuşurmuş gibi yazmıştır. Böylece günlük dili şiirin içine dahil etmiştir.

23)   Sıkı dost olmışuz ki su sızmaz aramuza
Düşman olalı ol hat-ı anber-feşâna tiğ

Tiğ ol hat-ı anber-feşâna düşman olalı; sıkı dost olmışuz ki aramuza su sızmaz.
Kılıç o anber kokusunu şaçan ayva tüylerine düşman olalı beri, kendisiyle öyle sıkı dost olmuşuz ki aramızdan su sızmaz.

v  Hat-ı anber-feşân: anber kokusu saçan ayva tüyü

Beytin birinci mısrası tamamiyle Türkçe kelimelerle kurulmuştur.

24)   Divâne gibi taş ile göğsin döğüp yürür
Yüz üzre her cevânibe leyl ü nehâr âb

Ab leyl ü nehar divane gibi göğsünü döğüp, yüzü üzre her cevanibe yürür.
Su divane gibi göğsünü döğerek gece gündüz yüzü üzre her tarafa yürür.

v  Leyl: gece
v  Cevanibe: her taraf
v  Nehar: gündüz

Suyun her tarafı dolaşmasıyla kişileştirme sanatı yapılmıştır, ayrıca suyun bu hareketi sevgiliye duyduğu hasrete bağlanarak hüsn-i talil yapılmıştır.

25)   Görsen ne simberleri uryân idüp koçar
Tapunda yüz bulalıdan âyîne-vâr âb
Ab tapunda yüz bulalıdan görsen ne simberleri uryan idüp ayine-var koçar
Su senin katında yüz bulalıdan beri, görsen ne gümüş gerdanlıları soyup ayna gibi kuçaklar.

v  Ayine-var: ayna gibi
v  Simber: gümüş gerdan
v  Uryan: çıplak

Sevgilinin banyo yaparken suyun sevgilinin bedenine değmesini, şair suyun yüz bulmasına bağlayarak hüsn-i talil yapılmıştır. “Yüz bulmak” deyimi kullanılmıştır.

26)   Dem geldi ki gül şevkine her hâr ayağına
Yüzin süre boynın çeke yalvara benefşe

Dem geldi ki benefşe gül şevkine her har ayağına yüzin süre, boynın çeke yalvara.
Menekşenin gül istemek için her dikeninin ayağına yüzünü sürmesinin ve boynunu çekip yalvarmasının mevsimidir.

v  Benefşe: menekşe
v  Har: diken

“Yüzün sürmek” ve “boynun çekmek” deyimleri kullanılmıştır.

27)   Ahdünde hacil oldı yüzi yerlere düşdi
Girdüği içün kisvet-i küffâra benefşe

Benefşe kisvet-i küffara girdüği içün; ahdünde hacil oldı, yüzi yerlere düşdi.
Menekşe kâfirlerin kılığına girdiği için; yemininden utandı, yüzü yerlere düştü.

v  Hacil olmak: utanmak
v  Kisvet-i küffar: kafirlerin kılığı
v  Ahd: söz verme, yemin

Menekşe mor rengindedir, bundan dolayı şair menekşeyi kafirlere benzetmiştir; çünkü eskiden bazı gayr-i müslimlerin dini önderleri mor kıyafetler giyerlerdi. Bundan dolayı da menekşenin utancından yüzü yerlere düşmüştür. Aslında şair “utancından yüzü yerlere düştü” derken bir yandan da ,yüzü yere düşmek, deyiminin açıklamasını vermiştir. Böylece şair deyimi ve açıklamasını aynı beyit içinde vermiştir.

28)   Çıkarduk elden anı kim eline girse idi
Zebûn ola idi destinde Rüstem-i destân

Anı elden çıkarduk kim Rüstem-i destân eline girse idi eline zebun ola idi.
Öyle birini elden çıkardık ki, eğer Zaloğlu Rüstem eline girseydi, elinde güçsüz ve perişan olurdu.

v  Zebun: zayıf, güçsüz, aciz

“Elden çıkarmak” deyimi kullanılmıştır.


29)   Kara saçun gibi baştan ayağa düşürdün
Şikeste-hâl ü perişan ü bi-kenar itdün

Kara saçun gibi baştan ayağa düşürdün. Şikeste-hâl ü perişan ü bi-kenar itdün
Kara saçın gibi baştan ayağa düşürdün, kırgın, dağınık ve karasız ettin.

v  Şikeste-hal: kırılmış hal


30)   Ne tacirdür ki yâkût-ü-dür ile
Getürür Hind ilinden Ruma anber

Ne tacirdür ki Hind ilinden yakut ü dür ile Ruma anber getürür.

Ne tacirdir ki Hindistan’dan Anadolu’ya yakut ve inci ile misk kokusu getirir.

v  Dür: inci
v  Anber: güzel koku

Necati Bey divan edebiyatının bilinen mekanlarının arasına bir de Anadolu’yu katmaktadır. Böylece şair mekanda mahallileşmeye gitmiştir.

31)   Alelhusûs gelüb Tunadan ubur itmek
Tecavüz ola hakîkatde hadd-i imkânı

Alelhusûs gelüb Tunadan ubur etmek, hakikatde hadd-i imkanı tacavüz ola.

Gelip Tuna’dan geçmek, gerçekte olabilecek olanın sınırlarını zorlamaktır.

v  Alelhusûs: hele, hususiyle, en çok
v  Ubur: bir suyun öte tarafına geçmek

Bu kaside 2. Bâyezid’in savaşlarda gösterdiği başarıları övmek için yazılmıştır. 2. Bayezid devri Osmanlı ordusunun Balkanlar’da başarı gösterdiği yıllardır. Şair de bu beyitte ordunun Tuna nehrini geçerek imkanın sınırlarını zorladığını dile getirmiştir. Osmanlıların Balkanlar’a geçişiyle beraber divan şiirine buralardaki şehir ve yer isimleri de girmiştir.


32)   Müluk-i asr rikâbunca yürüye nitekim
Tatar Hanı ve Eflak ilinin banı

Asrın melikleri senin arkandan yürüyeler, nitekim Tatar Hanı ve Eflak ilinin beyi (senin erdınca yürümektedirler).

v  Mülûk: melikler, hükümdarlar
v  Rikâb: ense kökü, boyun

Şair Sultan Bâyezid’i övmek için Tatar Hanının ve Eflak Beyinin Sultanın ardı sıra yürüdüklerini söylemiştir. Bu beyitte Tatar Hanı dediği Kırım Beyidir. Eflak ise bugünkü Romanya’dır. Bu topraklar o dönemde Osmanlı hakimiyetindeydiler ve buraların beyleri Osmanlı Devletine bağlı idi.





NECATİ BEY GAZELLERİNDE


1)      Ey bana sen ağlamakla başa çıkamazsın diyen
Gözi yenmeyen kişi ummâna olmaz âşinâ

Ey bana sen ağlamakla başa çıkamazsın diyen; Gözi yenmeyen kişi ummana aşina olmaz.
Ey bana sen ağlamakla başa çıkamazsın, eline bir şey geçmez diyen; gözü tutmayan kişi denizde yüzemez.

v  Umman: deniz

Bu beyit Necati Bey’in neredeyse saf Türkçe ile yazdığı beyitlerden biridir. Bu beyitte kullanılan Arapça’dan dilimize geçmiş umman ve Farsça’dan dilimize geçmiş aşina sözcükler ise günümüzde bile yaygın olarak kullanılan sözcüklerdir. Beyitte iki tane deyim kullanılmıştır: “Gözi yenmek” ve “başa çıkmak”. “Gözi yenmek” deyimi günümüzde “gözü yemek” şeklinde kullanılmaktadır.

2)      Niçün ahşamlarsın ağyâr ile ey bedr-i tamâm
Seg bilürsün kim meh-i tâbâna olmaz  âşinâ

Ey bedr-i tamam niçin ağyar ile ahşamlarsın? Bilirsin, seg meh-i tabana aşina olmaz bilürsin.
Köpeğin dolunaydan hoşlanmadığını bilirsin. Ey parlak ay, ne diye yabancılarla akşamlarsın?

v  Seg: köpek
v  Meh-i taban: parlak ay
v  Bedr-i tamam: dolunay

Bedr-i tamam ve meh-i taban tamlamalarında sevgili kastedilmiştir; sevgilinin kendisi söylenmeden sevgili işaret edildiği için istiare yapılmıştır. Ağyar ve seg, bedr-i tamam ve meh-i tâbân sözcükleri arasında leff ü neşr-i müretteb sanatı vardır. “Aşina olmak” yerel bir kullanımdır.

3)      Dimez nice sürinürsün kapumda sen de garip
Kimesne bencileyin olmasun vatanda garip

Kapumda nice sürinürsün sen de garip dimez, kimesne vatanda bencileyin garip olmasun.
Kapımda garip bir şekilde ne sürünüp duruyorsun demez! Kimse benim gibi  vatanında garip olmasın.
v  Bencileyin: benim gibi

Necati Bey Türkçeyi divan şiirine başarıyla uygulamış şairlerden biridir; hatta ilkidir diyebiliriz. Necati Bey’le beraber İstanbul Türkçesi divan şiirinde başarıyla kullanılmıştır. Şairin özellikle gazelleri konuşuyormuş edasıyla yazılmıştır. Bu durum divan şiirinin 15. yüzyılda günlük yaşamın içine ne kadar sirayet ettiğini göstermektedir.

4)      Eğerçi ağır olur taş kopduğu yerde
Sitâre var ki akiki ider Yemende garip

Eğerçi taş kopduğu yerde ağır olur, Sitare var ki Yemende akiki garip ider.
Gerçi taş bulunduğu yerde ağır olur derler. Fakat öyle bir yıldız vardır ki Yemen’de akiki eşsiz kılar.

v  Sitare: yıldız
v  Akik: değerli bir taş
v  Garib: kimsesiz, zavallı; tuhaf, şaşılacak, bambaşka

Pek parlak olan ve güney tarafına düştüğü için Yemen’de daha iyi görüldüğünden Süheyl-i Yemân olarak adlandırılan bir yıldızın bu ülkede pek bol olduğu söylenen akiğin oluşunda etkisi olduğuna inanılır. Bu yıldız çıktığı zaman oluşan akiğin, bu yıldızın rengini aldığı düşünülürdü. Bu rivayeti anımsatma yoluyla telmih sanatı yapılmıştır. Garip sözcüğü zavallı ve tuhaf anlamlarına gelecek şekilde tevriyeli kullanılmıştır. “Taş koptuğu yerde ağır olur” atasözü kullanılmıştır.

5)      Sabâ gibi yüzi üzre görüp Necâtiyi
Didi nice sürinürsin kapumda sen de garip                 

Necatiyi saba gibi yüzi üzre görüp didi: Sen de kapumda nice sürinürsün garip?
(Sevgili) Necati’yi kapısının önünde rüzgar gibi yüzünün üstünde sürünür  halde görünce O’na: “Neden kapımın önünde garip bir şekilde sürünüyorsun?” dedi.

v  Sabâ: gün doğusundan esen hafif ve latif rüzgar

6)      Meyl it gözüm yaşına eyâ serv-i hoş-hırâm
Dirler ki eyle iylüği âb-ı revâna at

Eya serv-i hoş-hırâm  gözüm yaşına meyl it. İylüği eyle âb-ı revâna at dirler.
Ey hoş edalı servi, gözümün yaşıyla ilgilen; iyilik et de akan suya at derler.

v  Ab-ı revan: akan su
v  Meyl it: ilgilen
v  Hıram: nazlı, edalı, salına salına gidiş

Şair serv-i hoş-hıram derken sevgiliyi kastetmiştir (istiare). İkinci mısrada “iyilik et suya at” atasözü kullanılmıştır. “İyilik et denize at” atasözü kullanılmıştır. Şiirlerde atasözleri asli şekilleriyle kullanılmazlar; şair vezin ve anlam kaygısıyla atasözündeki sözcüklerin yerlerini değiştirebilir veya yerlerine başka sözcükler kullanılabilir. Bu beyitte de benzer bir durum söz konusudur: Şair deniz yerine “akar su” demiştir. Yalnız atasözünün asli şekli böyle olup sonradan değişikliğe uğramış  da olabilir.

7)      Ehl-i diller göricek âyinede tasvirüni
Bağrına basmış durur İsâyı Meryem sandılar

Ehl-i diller âyinede tasvirüni göricek, Meryem İsayı  bağrına basmış durur sandılar.
Gönül ehli olanlar senin aynadaki resmini görünce; Hz. Meryem İsa peygamberi bağrına basıp kucaklamış sandılar.
v  Ayine: ayna

Kiliselerde Hz. İsa’yı Hz. Meryem’in kucağında gösteren tasvirlere sıkça rastlanmaktadır. Şair bu beyitte sevgilinin aynadaki görünüşünü bu tasvirlere benzetmiştir. “Bağrına basmak” deyimi kullanılmıştır.

8)      İncelikde bilüne mânendi yokdur didiler
Yoğ olalar k’ol hilâl ebrûların kem sandılar

Bilüne, incelikde manendi yokdur didiler. Yoğ olalar k’ol hilâl ebrularun kem sandılar.
Belinin incelikde benzeri yoktur dediler; yok olacasılar hilal kaşlarını (incelikte belinden) daha aşağıdır sandılar.

v  Manend: benzer, denk
v  Ebru: kaş
v  Kem: daha aşağı olan
Necati Bey’in şiirlerinde halkın kullandığı pek çok söyleyiş yer almaktadır. Bu beyitinde de şair bugün de halk arasında çok yaygın olarak kullanılan bir bedduaya yer vermiştir.

9)      Kaddün katında turmağa yaraşmadı diyü
Servün alup elini yabanlara atdılar.

        Kaddün katında turmağa yaraşmadı diyü, servün elini alup yabanlara attılar.
         Senin boyunun katında durmaya yaraşmaz (layık değildir), diye servinin elinden tutup yabanlara attılar.

10)   Afitâbum yüzün ağ olsun açukdur gerçi kim
Sâye-vâr arduncadur bir nice yüzi karalar

Afitâbum yüzin ağ olsun, gerçi kim açıkdur; bir  nice yüzi karalar  saye-var arduncadur.
Ey güneşim, gerçi birçok yüzü karalar gölge gibi ardından ayrılmazlarsa da yine (senin) yüzün ak alnın açıktır.

v  Afitab: güneş
v  Saye-var: gölge gibi

Birinci mısrada afitabım derken sevgili kastedilerek istiare yapılmıştır. Şair sevgiliyi güneşe benzeterek sevgilinin yüzünün de güneş gibi parlak olduğunu belirtmiştir. “Yüzün ak olmak” deyimi kullanılmıştır.

11)   Ey Necati çıkma yoldan aldanup güzellere
Şem’ gibi sanma kim dâim önünce varalar

Ey Necati güzellere aldanup yoldan çıkma, sanma kim şem’ gibi daim önünce varalar!
Ey Necati, güzellere aldanıp yoldan çıkma; mum gibi daima senin önün sıra gideceklerini sanma!

v  Şem’: mum
v  Daim: daima


12)   Yetimler gibi şâhâ iki gözüm bebeği
Mahallen içre otırmış türâb ile oynar

Şaha, iki gözüm bebeği mahallen içre yetimler gibi oturmış türab ile oynar.
Ey sultanım! İki gözümün bebeği, mahallenin içinde yetimler gibi oturmuş toprakla oynar.

v  Türab: toprak

Bu beyitte şair sevgilinin mahallesinin toprağına kapanıp yüzünü gözünü sürdüğünü, dolayısıyla da onun ayağını bastığı toprağın bile ne kadar değerli olduğunu söylemek istiyor. Çünkü aşığın gözleri sevgilinin geçtiği yollarda daima onun ayak izlerini aramaktadır.

13)   Nice dirsin ey gönül kim hecrden can ağlamaz
Ya’ni kimse var mıdur bu derd ile kan ağlamaz

Ey gönül nice dersin kim can hecrden ağlamaz? Yani bu derd ile kan ağlamaz kimse var mıdur?
Ey gönül nasıl dersin ki  can ayrılıktan ağlamaz(şikayet etmez)? Yani bu derd ile kan ağlamayan kimse var mıdır?

v  Hecr: ayrılık, firak

Beyitte kullanılan sözcüklerin nerede ise tamamı Türkçedir. Türkçe olmayan hecr, can ve derd sözcükleri ise pek çok Türkçe sözcükten çok daha fazla benimsenmiş sözcüklerdir. “Kan ağlamak” deyimi ise herhangi bir olay karşısında duyulan aşırı üzüntüyü belirtmek için kullanılan bir deyimdir.

14)   Kaçan lâyık olur ehl-i safâ bezmine şol kimse
Ki hasret odına bağrı döne döne kebâb olmaz

Kaçan şol kimse ehl-i safa bezmine  layık olur ki hasret odına bağrı döne döne kebab olmaz .
Hasret ateşinde bağrı döne döne kebab olmayan kimse ki keyif ehlinin meclisine layık olur.

v  Ehl-i safa: safa adamı, keyif adamı
v  Bezm: Meclis
Hasret ateşinde bağrı yanmayan kişi keyif ehlinin meclisine layıktır; çünkü o kişinin dertle, kederle işi yoktur. Şair bu beyitte bu tür kişilere biraz küçümser bir tavırla yaklaşmıştır. Divan şairi kendini rindane bir tip olarak göstermekten hoşlanır. Onun için masivaya meyletmek bazı divan şairleri tarafından hoş karşılanmamıştır. “Hasret odına bağrı döne döne kebab olmaz” söyleyişi mahalli bir söyleyiştir.

15)   Gam u gussa üşüp gönlüm evin yıkdukları budur
Ki etrafa ulaşmaya derûnumda yanan âteş

Budur üşüp gam u gussa gönlüm evin yıkdukları ki derûnumda yanan âteş etrafa ulaşmaya.
Gam ile keder gönül evime üşüşerek (gönlüm evini) yıktılar, içimde yanan ateş etrafa ulaşmasın diye (bunu yaptılar).

v  Gussa: keder
v  Derun: iç, derinlik

Gam ile keder şairin içinde yanan ateş etrafa ulaşmasın diye, onun gönül evini yıkmışlardır. Gönül bir eve benzetilerek teşbih yapılmıştır. “Evim yıkıldı” deyimi yaşanan büyük bir felaketi anlatmak için kullanılır: Şair de burada yaşadığı duygusal çöküntünün boyutlarını göstermek için bu deyimi kullanmıştır.

16)   Ey güzellik bürcine horşid olan yakma beni
Yirde kalmaz çün bilürsin dûd-ı âhı kimsenün

Ey güzellik bürcine horşid olan beni yakma, çün bilürsin kimsenün dûd-ı âhı yirde kalmaz.
Ey güzellik burcuna güneş olan, beni yakma; çünkü (sen de) bilirsin kimsenin bedduası yerde kalmaz.

v  Dud-i ah: ilenme, beddua
v  Bürc: burç, kale, hisar
v  Horşid: güneş

17)   Didüm işigüne yüzüm süreyin güldi didi
İşte bak Kâ’be gerek hâci gerek kurbân ol
Didüm işigüne yüzüm süreyin, güldi didi; bak işte Kâbe gerek hacı gerek, kurban ol.
Dedim eşiğine yüzümü süreyim, güldü dedi (ki); bak işte kabe ve hacı olmalı ki kurban olabilesin.

Şair sevgiliye sesleniyor ve onun eşiğine yüz sürmek istediğini  belirtiyor. Sevgili ise her istenenin her yerde yapılamayacağını dile getiriyor. Şair sevgilinin büyüklüğünü belirtmek için “eşiğine yüz sürmek” deyimini kullanmıştır.

18)   Kâmet ü zülfe giriftâr oldılarsa can u dil
İtdilerdi buldılar bîçâre nitdüm neyledüm

Can u dil kamet ü zülfe giriftar oldılarsa; itdilerdi buldılar, biçare nitdüm neyledüm?
Ey gönül ve can o boya ve zülfe tutuldularsa, ettiler de buldular (bunda ben) biçarenin (suçu ne) ne yaptım?
v  Kamet: boy
v  Giriftar: içi içe girmiş, tutulmuş, yakalanmış
v  Dil: gönül

Şair burada kendi gönlünden ve canından bahsederek, onların sevgilinin boyuna ve saçlarına tutularak ettikleri bir kötülüğün cezasını çektiklerini, bunda da kendisinin hiçbir suçunun olmadığını belirtmektedir. Can ve dil kişileştirilmiştir.

19)   Hayâli serv-i kaddün dile gelmedi haylıdan
Ayağına su dökmelü olupdur çeşm-i pür-nemden

Haylıdan serv-i kaddün hayali dile gelmedi, çeşm-i pür-nemden ayağına su dökmelü olupdur.
Çoktandır servi boyunun hayali gönüle gelmedi, (her halde) nemli gözümden ayağına su dökmek gerekiyor.

v  Pür-nem: nemi bol

Ayağına su dökmek deyiminin iki manası vardır; biri servi hep su kenarında tasavvur edilir ayağına su dökülür bu gerçek anlamdadır. Diğer anlamı ise; bugün de kullandığımız “hürmet etme” manasındadır ki bu beyitte bu anlam daha belirgindir. Deyim iki anlama gelecek biçimde kullanıldığı için burada tevriye sanatı yapılmıştır.
20)   Müsâfirdür saba şimdi ayak tozu ile geldi
Getürdi gönlüme bûy-ı vefâ ol zülf-i pür-hamdan

Saba şimdi ayak tozu ile geldi, müsafirdür. Gönlüme ol zülf-i pür-hamdan buy-ı vefa getürdi.
Sabah yeli ayağının tozuyla şimdi gelmiş bir misafirdir, ki gönlüme o büklüm büklüm saçtan vefakarlık kokusu getirdi.

v  Buy-ı vefa: vefakarlık kokusu
v  Pür-ham: büklüm büklüm

Sabah rüzgarı şaire sevgilinin kokusunu getirmiştir. Divan edebiyatında sabah rüzgarı genellikle sevgili ile bağlantılı olarak düşünülür. Burada da rüzgar sevgilinin kokusunu taşıyan bir haberci olarak tasavvur edilmiştir. “Ayağının tozu ile gelmek deyimi” yeni geldi, henüz geldi anlamlarına gelir.

21)   İzün tozını gün gözine tûtiyâ içün
Gökden yire inerse Mesîhâya virmezin

İzün tozını gün gözine tutiya içün mesiha gökden yire inerse virmezin.
İzinin tozunu güneşin gözüne sürme diye istemek için Hz. İsa gökten yere inse (gene de) vermem.

v  Tutiya: sürme

Bu beyitte bahsedilen sürme aynı zamanda göz hastalığına ilaç olarak kullanılırdı. Burada hastaları tedavi etmek, körlerin gözünü açmak gibi mucizeleri olan Hz. İsa’nın ölmeyip güneşin dördüncü feleğinde olduğu hatırlatılarak telmih sanatı yapılmıştır.

22)   Fürkat gözümün acı yaşın ırmağ idüpdür
Su sızmaz iken benüm ile yâr arasında

Benüm ile yâr arasında su sızmaz iken, fürkat gözümün acı yaşın ırmağ idüpdür.
Benim ile sevgili arasında su sızmaz iken,  şimdi (sevgiliden) ayrı olduğum için gözümden akan yaşlar ırmak olmuştur.
v  Fürkat: ayrılık, firak
“Aramızdan su sızmaz” deyimi iki kişi arasındaki samimiyeti dile getirmek için kullanılır.

23)   Şişe göğsin geçürür leblerün öpdükçe kadeh
Dili varmaz yüreğüm toptolu kandur dimeğe

Kadeh, leblerün öpdükçe şişe göğsin geçürür. Yüreğüm toptolu kandur dimeğe dili varmaz
Kadeh dudaklarını öpdükçe (aşık) şişe göğsünü geçiririm. (Aşığın) yüreğim dopdolu kandır demeye dili varmaz.
Bu beyitte şair, aşığın yüreğinin kan dolu olmasını; kadehin sevgilinin dudağını öpmesine karşı koyamaması sonucu olduğunu söyleyerek hüsn-i talil sanatı yapmıştır. Kadeh-şişe-kan-leb arasında tenasüp sanatı vardır.

24)   Kamu çirkinliği sen kendüne isnâd itdün
Yüzümüz döyemez âyine yalandur dimeğe

Kamu çirkinliği sen kendüne isnad etdün, ayine yalandur dimeğe yüzümüz döyemez.
Her türlü çirkinliği sen kendine yakıştırdın, (şimdi kalkıp da) ayna yalancıdır demeye yüzümüz varmaz.

v  İsnad: bir nesneye, bir şeye dayanmak

Şair bu beyitte sevgiliye seslenerek: Sen bütün çirkinlikleri kendine isnad ettin ama böyle bir şey yok; fakat aynalarda yalan söylüyor demeye yüzümüz tutmuyor, diyor. Aslında aynalar her şeyi olduğu gibi yansıtırlar, aynanın güzeli çirkin, çirkini güzel gösterme gibi bir özelliği bulunmamaktadır. Şair burada sevgiliye; aslında seni güzel yapan bizim aşkımız, eğer biz aşıklar olmasaydık senin hiçbir kıymetin bulunmazdı demek istiyor. Bu beyit Aşık Veysel’in:
Güzelliğin on par etmez
Bu bendeki aşk olmasa       
dizelerini hatıra getirmektedir. Çok farklı zamanlarda yaşayan iki şair, herhalde aynı duygular içerisinde aynı şeyleri yazmışlardır.

25)   Nola dökülse yaşum çeşme-i Hayvân değül a
Yire geçsün nideyin dirlüğüm andan değül a

Yaşum yere dökülse nola? Çeşme-i Hayvân değül a! Dirlüğüm andan değül a !Nideyin yire geçsün .
Gözümün yaşı dökülse ne çıkar? (O yaşlar) bengisu değil ya! Bütün varlığım o değil ya yere geçse ne çıkar

v  Çeşme-i Hayvân: Farsça, hayat çeşmesi demektir. Tasavvufta, marifetin kaynağı ve aslı anlamında kullanılan bir terimdir. Sonsuz hayat suyunun çeşmesi.

26)   Dünyâyı bir yana koysalar bir yana seni
Bana seni gerek seni ey bivefâ seni

Dünyâyı bir yana, seni bir yana koysalar; ey bivefa bana seni gerek seni.
Dünyayı bir yana seni bir yana koysalar; ey vefasız ben yine de seni isterim.

v  Bivefa: vefasız

27)   Elif-i kâmetün ile kaşuna râ diyeli
Gönlümi eyleyimez kimse bu râdan gayrı

Elif-i kametün ile kaşuna “ra” diyeli; bu radan gayrı kimse gönlümi eyleyimez.
Elif boyun ile kaşlarına “ra” diyeli; bu ra gibi olan kaşlarının düşüncesinden başka kimse gönlümü eyleyemez.

Bu beyitte boy “elif” harfine kaş da “ra” harfine benzetilmiştir. Bu benzeyiş harflerle, kendilerine benzetilenler arasındaki şekil benzerliğinden dolayıdır. Ayrıca “ra” kelimesi “rey,düşünce” demektir. Ve rey “re” ve “elif” harfleriyle yazılır. Bu söz oyunuyla şair sevgilinin düşüncesini kastetmiştir.

28)   Eli açukluğudur kim çınarun
Elini tutar ardına önüne

Çınarun elini arduna önüne kim tutar eli açukluğudur.
Çınar elini ardına önüne tutar ki (bu onun) eli açıklığındandır.

Bu beyitte anlatılmak istenen çınar meyvesiz ve çıplak bir ağaç olduğudur. Çınar  bu hareketiyle de etrafını kapatmaya çalışır. Yani kişileştirme vardır.

29)   Gözlerüm kan ağlamayınca tuyulmadı gamun
İki tolu gelmeyince râzumuz fâş olmadı

Gözlerüm kan ağlamayınca gamun tuyulmadı, İki tolu gelmeyince râzumuz fâş olmadı.
Gözlerim kan ağlamayınca (senin için çektiğim) gam duyulmadı, iki dolu(kadeh) gelmeyince sırrımız açıklanmadı.

v  Raz: saklı şey, sır
v  Faş: meydana çıkmış yayılmış

Bu beyitte şair sarhoş olmadıkları için sır sakladıklarını, sarhoşların ise sır saklamada başarısız olduklarını belirtmektedir.

30)   Ben üzümün suyın severem sofi danesin
Zira kimi kızını sever kimi anasın

Ben üzümün suyın severem sofi danesin; zira kimi kızın, kimi anasın sever.
Ben üzümün suyunu severim sofu da tanesini; çünkü kimi kızını sever kime annesini

Şaraba, Araplar “bintü’l-inep” Farslar ise “duhter-i rez” demektedirler. Her iki tamlamada da üzümün kızı demektir. Burada da kastedilen aslında şaraptır.

33)   Geydürelden adl-i Şeh emn ü ferâgat hilatin
Rum iline milket-i İran u Turan  imrenür

Adl-i şeh emn ü ferâgat hilatin geydürelden, milket-i İran u Turan Rum iline imrenür.
Adalet padişahı emniyet ve zengin olma elbisesini Rum ülkesine giydirdiğinden beri, İran ve Turan (Rum ülkesine) imrenir.

v  Milket: ülke, mülk
v  Hilat: eskiden padişah veya vezir tarafından beğenilen kişiye giydirilen elbise
v  Feragat: vazgeçme, el çekme; istirahat, dinleme; vazgeçecek kadar zengin olma


34)   Aydın içinde tîre (Tire)dürür hâl-i ârızun
Ruhsâr Germiyan hatt-ı müşgin (Karasi)dür

Hal-i arızın Aydın içinde tîre (Tire)dürür. Ruhsar Germiyan hat-ı ârızun (Karasi)dür.
Yanağının hali Aydın ili içindeki Tire ilçesi veya aydınlık içindeki karanlık gibi durur. Yanağın Germiyan’a, yanağındaki ben ise Karasi’ye benzer.

v  ârız: gelen; tesadüfi vaka; yanak
v  tîre: bulanık; kara, karanlık; gece
v  ruhsar: yanak, yüz, çehre
v  hatt-ı müşgin: yanaktaki ben

Bu beyit Necati Bey’in şiirlerinde bulunan mahalli yer ve bölge isimlerini nasıl kullandığını gösteren güzel bir örnektir. Şair birinci mısrada sevgilinin yanağını o dönemde Aydın iline bağlı Tire ilçesine benzetmiştir. Ayrıca Aydın hem bir ilin ismidir hem de aydınlık anlamına gelir; Tire de aynı şekilde hem bir bölgenin ismidir hem de karanlık anlamına gelir. Mısrayı bu açıdan incelediğimiz zaman şairin sevgilinin yüzünü aydınlık içindeki karanlığa benzettiğini görürüz. İkinci mısrada ise şair sevgilinin yanağını Germiyan’a -Germiyan o dönemde Kütahya ve civarına verilen isimdir- yanağındaki beni ise Karasi’ye –Karasi o dönemde Balıkesir ve civarına verilen isimdir- benzettiği görülür. Şair bu mısrada da Karasi sözcüğünü hem yer ismi olarak, hem de siyah anlamına gelecek şekilde tevriyeli kullanmıştır. Sevgilinin yanağını Tire’ye, benini Karasi’ye yine yanağını Germiyan’a benzeterek teşbih yapmıştır.
Şairin bu beyitte sevgiliyi tasvir edebilmek için batı Anadolu’daki yer isimlerini kullanması ilginçtir. Divan edebiyatında sevgilinin vücudunun çeşitli bölgelerinin, bazı şehirlere benzetilmesi alışıldık bir durumdur: Mesala sevgilinin saçının Şam’a, dudaklarının Kandehar’a benzetilmesi gibi. Ama ilk defa Necati Bey sevgilinin vasıflarını batı Anadolu’daki bazı şehirlere benzetmiştir. Bu durum Türklerin zaman içinde Anadolu’yu sadece bir toprak parçası olarak görmediklerini, sevgilinin vasıfları ile bu toprakları özdeşleştirerek burayı asli vatanları bildiklerini göstermektedir. Bu beyit aynı zamanda şairin divan şiirini millileştirmek için bilinçli bir çaba içinde olduğunu gösterir.   























                                                            

       KITA

1.       Her yire Bursa’dan irer behre
Göneneyin bunun gibi şehre
Gendü Firdevs bağına benzer
Cûyı cennet içindeki nehre

Her yire Bursa’dan behre irer, bunun gibi şehre göneneyin. Cûyu cennet içindeki nehre, gendü Firdevs bağına benzer.
Her yere Bursa’dan bir hisse düşer, böyle bir şehirle övünmeliyim. Nehri cennet içindeki nehre, kendisi de Firdevs bahçesine benzer.

v  Behre: pay, kısmet, hisse















[1] Nihad Sâmi BANARLI, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 2001, sy.468
[2] Dr. Mustafa İSEN, Latîfî Tazkiresi, Akçağ Yay., Ankara, 1999, sy., 321
[3] Dr. Mustafa İSEN, age., sy, 324
[4] Dr. Mustafa İSEN, age., sy, 325
[5] Nihad Sami BANARLI, age., sy. 469
[6] Nihad Sâmi BANARLI, age., sy.468

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder