T.C. YÜZÜNCÜ
YIL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL
BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE
EDEBİYATI ANABİLİM DALI
ESKİ TÜRK EDEBİYATI
KONU
NECÂTİ BEY DİVANINDA MAHALLİ
DEYİŞLER
Hazırlayan
BAYRAM KARAKAPLAN
Danışman
Yrd. Doç. Dr. İsmail ARIKOĞLU
VAN-2010
|
qwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüzxcvbnmöçasdfghjklşiqwertyuıopğüaswertyuıopğüasdfghjklşizx
|
HAYATI
Necati Bey, Şeyhi ve Ahmed
Paşa’dan sonra 15. Asrın üçüncü büyük şairidir. Necati Bey’in ailesi ve doğum
tarihi bilinmez. Kabul edilen bir rivayete göre Edirneli bir hanımın
kölesidir. Şairin asıl adının İsa (daha
zayıf bir ihtimale göre Nuh) olduğu söylenmektedir. Eski kaynaklar O’na belki
de soyu sopu bilinmeyen manasında Abdullah oğlu demişlerdir. Bu adlandırma
O’nun Hıristiyan kökenli olma ihtimalini güçlendirmektedir.
Şair hayatının bir dönemini
Kastamonu’da geçirmiştir. Burada hattatlık yapmıştır ve şairlik şöhretini
burada iken kazanmıştır. Necati Bey’in Kastamonu’ya niçin ve ne zaman gittiği
bilinmez. Bazı kaynakların şairi Kastamonulu göstermesi , O’nun şöhretinin
Türkiye’ye buradan yayılmasındandır.
Ahmed Paşa’nın Rum
Sultanü’ş-şuara’sı sayıldığı bir dönemde Necati Bey’in şöhreti kervanlar
vasıtası ile İstanbul’a kadar gelmiştir. Paşa ve arkadaşları Necati Bey’i ilk
önce Döne Döne redifli gazeli ile tanımışlardır. Şiirleri Fatih Sultan Mehmet
tarafından da beğenilen Necati Bey padişahın divan katipliği vazifesiyle
İstanbul’a alınmıştır. Fatih’in vefatından sonra 2. Bâyezid tarafından himaye
edilen şair, daha sonraki dönemlerde de çeşitli görevlerde bulunmuştur.
Necati Bey hayatının son
yıllarını kendisine bağlanan bin akçe maaşla İstanbul’un Vefa semtinde
geçirmiştir. Ölümü üzerine evinin bahçesine defnedilmiştir. Bu mezarın Şeyh
Vefa Türbesi civarında olduğu bildirilmekte ise de bugün o civarda ne Necati
Bey’in ne de ailesinden başka herhangi birinin mezarı bulunmamaktadır.
SANATI
Necati Bey 15. asrın en önemli
şairlerinden biridir. Şair söylediği özgün şiirler sayesinde Türkçenin şiir ve
edebiyat dili olmasında önemli bir rol oynamıştır. Necati Bey’in eserlerinin, Türkçenin
divan edebiyatı sahasında milli kimliğini yakalamasında önemli katkıları
olmuştur. Necati Bey’in de büyük
katkılarıyla Türkçe divan edebiyatı sahasında emekleme döneminden olgunluk
dönemine geçmiştir.
Divan edebiyatında hem dil hem de
mana ve ruh bakımından ilk olgun eserler 15. asırda verilmiştir. Osmanlı
Devleti’nin siyasi arenada gösterdiği başarılar doğal olarak edebiyata da
yansımıştır. 1453 yılında İstanbul’un fethiyle beraber devletten imparatorluğa
geçilmiştir. Edebi alanda da Şeyhi, Ahmed Paşa ve Necati Bey’in yaptığı fetihler
sayesinde imparatorluk devri başlamıştır.
Necati Bey 15. Asrın sade dil
kullanan aydınları içinde, zarif ve tabiî bir şehir halkı Türkçesiyle şiirler
söyleyen şairdir. O’nun divanındaki 650 gazel, büyük ekseriyetle Türkçe
kelimelerle söylenmiş; bu gazellerin redifleri ekseriya ve kafiyeleri, yer yer
Türkçe fiiller ve Türkçe kelimelerle tertiplenmiştir.[1] Necati
Bey devrinde mahalli söyleyişlere en çok yer veren şairdir. Niteki O’nun
şiirleri üzerinde yapılacak küçük bir inceleme bu durumu gösterecektir. Latîfî
tezkiresinde şairin sanatından bahsederken şöyle demiştir: “Atasözü ve
deyimlerle örülü şiiri söylemede tek ve bu tarzda yaratıcı, söz üslubunda mucid
ve yeni şeyler bulan biridir. Akıcı ve güzel gazelleri lafız ve akıcılıkta aynı
düzeyde ve aynı seviyededir. Sözün ruhunu önce o bulmuştur. Bu hususta
diğerleri ona uymuştur.”[2] Necati
Bey yöresel kullanımlarda bazen o kadar ileri gitmiştir ki bir dönem yaşadığı
Kastamonu yöresine ait pek çok yerel söyleyişi dahi şiirlerinde kullanmıştır.
Latifi dahi tezkiresinde bu duruma değinmiştir. Adı geçenin divanında yer alan
şiirlerin çoğu Kastamonu yöresinde söylendiği için beyitlerinde yer alan
ibarelerin bazısı adı geçen vilayetin eski adetlerine ve ıstılahlarına uygun
düşmüştür. Ama bu ibareleri daha önce duymamış olanlar, beyitlerdeki nükteyi
değerlendiremeyip değişik şeyler hayal ederler.[3]
Latifi bu duruma şu beyiti örnek olarak vermiştir:
Acır
isen gel Necâti derdmende acı kim
Ne
leb-i dilber nasib oldu ne helvâ-yı rakîb
Bu beyitin kapalı manası şudur: Kastamonu
yöresinde ölü için helva yapıp kete ve yufkalara sarıp yetim ve yoksullara
üleştirirler. O yörede bu helvanın adına “Nasib” derler.[4]
Latifi’nin de tezkiresinde belirttiği gibi Necati Bey yerel söyleyişlere
şiirlerinde çok fazla yer vermiştir. Bu da Necati Bey’in dilini, halk diline
yaklaştırmıştır. Türkçenin türlü cinasları, söz ve mana sanatları, şiirde ahenk
yaratan kafiye ve redifleri Necati’nin şiirlerinde hep bu tabii söyleyişin
cazibesi içindedir.[5]
Necati Bey’in Türkçeyi başarıyla
kullanması ve ona yeni bir soluk kazandırması, şairin hem kendi devrinde hem de
kendinden sonra gelenler arasında çok sevilmesini ve tutulmasını sağlamıştır.
Kendi devrinde ve daha sonraki yıllarda pek çok şair Necati Bey’in şiirlerine
nazireler yazmıştır. Bu da Necati Bey’in etkisinin ne kadar güçlü olduğunu
göstermektedir.
NECATİ BEY
KASİDELERİNDE
1)
Necâtinün
dirisinden ölüsü Ahmedün yeğdür
Ki İsâ göklere ağsa yine dem urur Ahmedden
Ahmedün ölüsü
Necatinün dirisinden yeğdür. Ki İsâ göklere ağsa yine Ahmedden dem urur.
Ahmed Paşa’nın
ölüsü Necati’nin dirisinden yeğdir. Ki İsa göklere çıksa yine Ahmet’ten söz
eder.
v Yeğ:
daha iyi olan, tercih edilen
v Dem
urur: bahseder, söyler
Necâti Bey;
Ahmed Paşa ve Şeyhi’yle beraber 15. asrın üç büyük şairinden biridir. Necati
Bey’in kendi devri içinde en çok etkisi altında kaldığı ve şiirlerine nazire
yazdığı şair Ahmed Paşa’dır. Ahmed Paşa’nın Rum Sultanü’ş-şuâra’sı sayıldığı
çağlarda Necâti’nin şöhreti kervanlar vasıtasıyla Ahmed paşa meclislerine kadar
gelmiş, Paşa ve arkadaşları bu şairi
önce Döne Döne redifli gazeli ile tanımışlardır.[6]
Şairin İstanbul’daki ününe Paşa’nın
meclisleri sayesinde kavuşması O’na duyduğu hayranlığın bir başka yönünü
oluşturabilir. Nitekim şair bu beyitinde de Paşa’ya duyduğu derin saygıyı ve
büyük hayranlığı dile getirmektedir. Bunu yaparken de diğer pek çok beyitinde
olduğu gibi dem urur deyimini kullanarak sözün tesirini arttırmış
ve aynı zamanda halk söyleyişlerini ustaca şiirin bünyesine dahil etmişitir.
Bu beyitte Hz. İsa’nın göğe çıkarken Hz.
Muhammed(s.a.s)’in adını anması olayına telmih vardır. Şair Ahmed sözcüğünü tevriyeli
kullanarak hem Hz. Muhammed’i hem de Ahmed Paşa’yı kast etmiştir. Böylece
şairin büyüklüğünü dile getirmeye çalışmıştır.
2)
Eser
itmez nidelüm âh-ı sehergâh sana
Meğer insâf vire dostum Allah sana
Dostum, âh-ı
sehergâh sana eser itmez nidelüm. Meğer Allah sana insâf vire.
Dostum (ey
sevgilim) sana seher vakti edilen ah bile tesir etmeyince, elimden ne gelir?
Meğer Allah sana insaf versin!
v Sehergâh:
sabah vaktine ait olan, sabahlık
Şair bu
beyitinde sevgiliye seslenmekte ve onun vurdum duymazlığından yakınmaktadır.
“Meğer Allah sana insaf vere” diyerek içinde bulunda çaresizliği, bir halk
söyleyişiyle samimi bir şekilde dile getirmektedir.
3)
Çınarun
kadd-i yâra nisbeti var
Eli yufka velî hoş himmeti var
Çınarun kadd-i
yâra nisbeti var. Eli yufka veli hoş himmeti var.
Çınarın
(boyunun) yârin boyu ile bir zıtlaşması var. (Onun) eli yufkadır ama hoş gayreti(çabası)var.
v Kadd:
boy
v Velî:
velakin, ama
v Himmet:
gayret
v Nisbet:
bağlantı, alaka, kıyaslama; inat olsun diye yapılan iş, inat olarak
Şair bu
beyitinde “eli yufka” deyimini kullanarak alışılmış çizgisini devam
ettirmiştir.
4)
Bir
servün ayağına yüz urmağ içün gider
Döne döne terâne ile bağa cuybâr
Cuybar terâne
ile bir servün ayağına yüz urmağ içün döne döne bağa gider.
Akarsu bir
selvinin (sevgilinin) ayağına yüz sürmek için, ezgilerle ve döne döne bağa
doğru gider.
v Cuybar:
ırmak, akarsu
v Terane:
nağme
Bu mısralarda
akarsuyun, bağa servinin ayağına yüz sürmek için gittiği söylenerek hüsnü talil
yapılmıştır. Servi sözcüğünde açık istiare vardır. Bu beyitte “ayağına yüz
sürmek” deyimi kullanılmıştır. Bu deyim birine duyulan büyük saygı ve sevgiyi
ifade etmek için kullanılmaktadır. Şair bu beyitte akarsuyun bile sevgiliye
duyduğu büyük sevgiden dolayı, sevgilinin ayağına yüz sürmek için bağa doğru
gittiğini belirterek hüsn-i talîl yapmıştır.
5)
Başın
ortaya koyup giceleri irteye dek
Şem-i dil-süz arar tapunı mahfil mahfil
Şem-i dil-süz başını ortaya koyup
giceleri irteye dek mahfil mahfil tapunı arar.
Gönlü yanık mum, senin huzuruna
ermek için başını ortaya koyup geceleri (sabaha kadar) (bu)toplantı yerinden ötekine gider.
v Dil-süz: gönlü yanık
v Mahfil:
toplanılacak yer
Mum
kişileştirilmiştir ve insani vasıflar yüklenerek teşhis sanatı yapılmıştır. Mumun toplantı yerlerinde
elden ele dolaştırılması onun huzuruna ermek içinmiş gibi gösterilerek hüsnü
talil yapılmıştır.
6)
Dirhemi
izzet idüp tutduğı el üstine il
Şeref-i nâm-ı hümayûnıdır anı bilgil
Anı bilgil il
dirhemi izzet idüp el üstine tutduğı, şeref-i nam-ı hümayunıdır.
Şunu bil ki
herkesin paraya değer verip el üstünde tutması, onun kutlu isminin
şerefindendir.
v Dirhem:
para birimi
v Hümayun:
kutlu, mübarek, padişaha ait
Eski dönemde
paraların üstünde tuğra adı verilen padişah mührü basılırdı, bu padişah da o
dönemin padişahıdır. Burada da bu kaside Mehmed Han’a yazıldığı için kasdedilen
Fatiih Sultan Mehmed’dir. Paraya değer verilmesinin nedeni olarak padişahın adı
gösterilmiş böylece hüsn-i talil sanatı yapılmıştır. Şair paraya değer
kazandıran ve el üstünde tutulanın aslında onun üstündeki tuğra olduğunu
belirtmektedir. Şair burada mahalli unsur olarak “el üstünde tutmak” deyimini
kullanmıştır.
7)
Hasım
gürzün görüben tiğüne cân virdüği bu
Kim ecel irse olur her kişi mâya mâyil
Bu hasım gürzü
görüben tiğüne can virdüği, kim ecel irse her kişi maya mayil olur.
Bu düşmanın gürzünü
görünce kılıcına can verdiğidir; çünkü ölümü gelen herkes suya istekli olur.
v Mayil:
meyilli, istekli
v Hasım:
düşman
v Tiğ:
kılıc
v Mâ:
su
Şair burada
düşmanını görenin kılıcana istekle sarılmasını, öleceğini anlayan kişinin su
istemesine benzetmiştir. Can vermek hem ölmek hem de hevesli, istekli olmak
manasında kullanılmıştır yani tevriye sanatı vardır. Kılıç su münasebeti ise
farsça âb su; abdar da parlak demektir.
Burada da hem kılıca abdar diyerek parlak denilmiştir hem de çeliğe su
verilirse çelik sertleşir. Bunu hatırlatılarak çift anlamlı bir katman
oluşturulmuştur. Bu da yine tevriye sanatına örnektir. Bu beyitte “can vermek”
deyimi kullanılmıştır.
8)
Başın
ortaya koyup âteş-i kahr ile varur
Getürür kal’a-i küffar kilidinden dil
Başın ortaya
koyup ateş-i kahr ile varur, kal’a-i küffar kilidinden dil getürür.
Başını ortaya
koyup kahredici bir ateşle varır, düşman kalesinin kilidinin dilini getirir.
v Küffar:
kafir
Şair övdüğü
kişinin gönlü ile kafir kalelerini açtığını belirtmiştir. Ayrıca dil sözcüğü
burada kapı kilidinin dili manasına da gelecek şekilde kullanılarak tevriye
yapılmıştır. Yani övülen kişi kapı kilidinin dilini getirerek orayı ele
geçirdiğini göstermiştir. Bu beyitte “başını ortaya koymak” deyimi
kullanılmıştır.
9)
Yüz
safâ ile güneş dahi gelür baş üzre
Kapun üftâdesi şâhâ yalunuz mâh değül
Şaha! Kapun
üftadesi yalunuz mah değül, yüz safa ile güneş dahi baş üzre gelür.
Ey şah!
Kapının düşkünü yalnız ay değildir, yüz safa ile güneş dahi baş üstüne gelir.
v Üftade:
düşmüş, biçare
v Mâh:
ay
Burada şahın
kapısına düşkünü olarak ay ve güneş tasvir edilmiştir burada hem kişileştirme
hem de mübalağa vardır. “baş üzre gelmek” deyimi kullanılmıştır.
10)
Her
bi-nazar ki sofra-i lutfundan el çeker
Ahşâma karşı aç ola vü bi-nevâ seher
Her bi-nazar ki
sofra-i lutfundan el çeker ahşama karşı vü bi-neva seher aç ola.
Senin lutfunun
sofrasından el çeken idraksız akşama karşı aç olsun, seherde yiyecek bulamasın.
v Bi-nazar:
idraksız
v Bi-neva:
nasipsiz, çaresiz, zavallı, fakir
11)
Bağa
gel kim eyledi peydâ yed-i beyzâ semen
Gözün aç kim gösterür ahdar şecerde nâr gül
Bağa gel kim
yed-i beyza semen peyda eyledi, gözün aç kim ahdar şecerde nar gül gösterür.
Bağa gel ki
beyaz el yasemin ortaya çıkardı, gözünü aç bak, gül yeşil ağaçta ateş
gösteriyor.
v Şecer:
ağaç
v Yed-i
Beyza: bembeyaz el
v Ahdar:
pek yeşil, yemyeşil
v Semen:
yasemin
Yed-i Beyza Hz.
Musa’ya verilen mucizelerden biridir. Hz. Musa firavuna peygamberliğini ispat
için elini koynuna sokup çıkarınca eli parlamıştır. Buna istinaden gülün yeşil
ağaçta ateş, beyaz elin de yasemin göstermesi bahçede görülen mucizeler olarak
takdim edilmiştir. Bu beyitte yed-i beyza ile yasemin arasında bir bağ
kurulmuştur; çünkü yasemin beyaz renkli bir çiçektir. Dolayısıyla yeşil ağacın
kırmızı gül ve beyaz yasemin çiçeği çıkarması ile Hz Musa’nın mucizesi arasında
bir bağ kurulmuştur(telmih).
Gözün aç
deyimi bu beyitte, hem gözünü aç da bak manasına hem de idrakını açık tut
manasına gelecek şekilde tevriyeli olarak kullanılmıştır.
12)
Baştan
ayağa zer ü yâkût ile pîrûzeden
Donanur diler kim ola şâhid-i bâzâr gül
Gül baştan
ayağa zer ü yâkût ile pîrûzeden donanur,
gül diler ki şâhid-i bâzâr ola.
Gül baştan
ayağa altın, yakut ve firuzeden oluşmak ve pazarda ünlü bir güzel olmak diler.
v Şâhid-i
bâzâr: orta malı güzel
v Zer:
altın, sarı
Gül değerli
mücevherlerle süslenmek isteyen bir kadına benzetilmiştir(teşhis). Zer, yakut,
firuze arasında bir bağlantı kurularak tenasüp sanatı icra edilmiştir. Bu
beyitte ki “baştan ayağa” kullanımı yerel bir kullanımdır.
13)
Gonca
gibi gam dikenlerinden bülbül kan yudar
Karşusında bâd-ı subh ile güler oynar gül
Bülbül Gonca
gibi gam dikenlerinden kan yudar, gül karşusında bâd-ı subh ile güler oynar.
Bülbül gonca
gibi gam dikenlerinden kan yutar, gül karşısına geçip sabah yeli ile gülüp
oynaşır.
v Bad-ı
subh: Sabah yeli
Bülbül gonca
gibi olan üzüntü dikenlerinden dolayı kan yutar. Gül ise bülbülün karşısına
geçip sabah yeli ile beraber gülüp oynar. Gam dikenleri goncaya benzetilerek
teşbih yapılmıştır. Gülün sabah rüzgarından dolayı sallanması, gülün bülbülün
üzüntüsünden dolayı sevinmesine bağlanarak hüsn-i talil yapılmıştır. Kan yutmak
deyimi ise bir olay karşısında duyulan üzüntüyü belirtmek için kullanılmıştır.
14)
Eyle
redd ağyârı kim dillerde makbûl olasın
Başlar üzre yiri vardur itse terk-i hâr gül
Ağyarı redd
eyle kim dillerde makbul olasın, gül terk-i har itse başlar üzre yiri vardur.
Yabancıları
kov ki gönüller seni kabul etsin. Gül dikeni bırakırsa başlar üzerinde yeri
vardır.
v Har:
diken
v Red:
kovmak
v Makbul:
Kabul gören
Burada o
devirde dikensiz gülün süs olarak başa takılması olayına işaret edilmiştir. Ayrıca
“baş üzre yeri var” deyimi birine duyulan saygıyı ifade etmek için kullanılır.
“Başlar üzre yeri var” deyimi tevriyeli kullanılmıştır. Terk ve red arasında
tenasüp vardır. Yine birinci mısrada ki “dillerde makbul ol” tamlaması
tevriyeli kullanılmıştır. Burada hem bu kişinin dillerde olumlu söylenmesi hem
de gönüllerde yer tutması kastedilmiştir.
15)
Şâh-ı âdil devridür var gûşmâl it ey saba
Bülbüle cevr eylemekden itsün istiğfâr gül
Ey saba!
Şâh-ı âdil devridür var gül guşmal it, bülbüle
cevr eylemekden istiğfâr itsün.
Ey bahar yeli,
adaletli padişahın devridir. Var git gülün kulağını büküp ihtar et, de ki
bülbülü incitmekten vazgeçip tövbe etsin.
v Guşmal:
kulağını bükme
v İstiğfar:
tövbe etme, Allah’tan günahın bağışlanmasını isteme
Bu kaside
baharda yazılmıştır. Bahar mutedil, yani ılık bir mevsimdir. Adalet kelimesi de
mutedil ile aynı köktendir. Adaletli padişahın devri derken şair, bahar
mevsiminin bu vasfına da işaret etmiş oluyor. Bunun için de gülden bülbüle
yaptığı eziyetlerden vazgeçmesi istenmektedir.
16)
Nimet-i
hulkun kohusundan ire diyü nasîb
Damenin açup gedâlar gibi durur zâr gül
Gül nimet-i
hulkun kohusundan nasib ire diyü damenin açup gedalar gibi zar durur.
Senin
yaradılış nimetinin kokusundan bir nasip erişir diye, gül eteğini açıp
dilenciler gibi mahçup ve zavallı durur.
v
Damen: etek
v
Geda: dilenci
v
Zar: mahçup ve zavallı
v
Hulk: yaradılış
17)
Bad-ı
hulkun itmeyince ta’n ile bağrını kan
Virmedi gülşende bûy-ı nafe-i tâtâr gül
Bad-ı hulkun
ta’n ile bağrını kan itmeyince, gülşende gül bûy-ı nafe-i tâtâr virmedi.
Yaradılışının
yeli azarlayarak bağrını kan etmedikçe, bahçede gül tatar miskinin kokusunu
vermedi.
v Ta’n:
sövme, yerme, ayıplama
v Buy-ı
nafe-i tatar: tatar miskinin kokusu
v Bad-ı
hulk: yaradılışın rüzgarı
Burada gülün
rüzgarla açılıp güzel koku saçmasına işaret vardır. Gülün açılması başka
sebeplere bağlanmıştır. Bu da bize hüsn-i talil sanatının varlığını gösterir.
Gülün kırmızılığından dolayı “bağrını kan etmek” deyimi kullanılmıştır.
18)
Horşid-i
âsümân gibi baş üzre yiri var
Dil uzadursa tan mı fülan bin fülana tiğ
Dil fülan bin
fülana tiğ uzadursa tan mı? Horşid-i âsümân gibi baş üzre yiri var.
Gönül herhangi
birine kılıç çekerse buna şaşılmamalı. (Çünkü) gönlün gökteki güneş gibi baş
üstünde yeri vardır.
v Horşid:
güneş
v Fülan
ibni fülan: falan oğlu falan, belirsiz bir kimse
v Asüman:
gök
Gönlün birine
kılıç çekmesi, yani onu kendine aşık etmesi hoş karşılanmalı; çünkü onunda
gökyüzündeki güneş gibi başımız üstünde yeri var. Güneş devamlı gökyüzünde
olduğu için böyle bir benzetme yapılmıştır. Bu beyitte “baş üzre yeri var”
deyimi kullanılmıştır.
19)
Kâr itmez oldı hançer-i hûn-riz-i rûzigâr
Kudret sunalı Husrev-i sâhib-kırâna tiğ
Tiğ husrev-i
sâhib-kırâna kudret sunalı; hançer-i
hûn- riz-i rûzigâr kar itmez oldı.
Kılıç yüksek
talihli padişaha kuvvet sunduğundan beri, zamanenin kan dökücü bıçağının hiçbir
etkisi kalmadı.
v Hun-riz:
kan dökücü
v Husrev:
padişah
v Sahib
kıran: her zaman başarı kazanan hükümdar
v Tiğ:
kılıç
v Rüzgar:
zaman, devir
“Kar itmez
oldu” deyimi kullanılmıştır.
20)
Devrân
Sikenderinün elinden Hızır gibi
Her dem Hayât Suyın içer kana kana tiğ
Tiğ devran
Sikenderinün elinden Hızır gibi her dem
hayat suyın kana kana içer.
Kılıç zamanın
İskender’inin elinden Hızır gibi her zaman hayat suyunu kana kana içer.
v
Devrân: dünya, talih, zaman
Zamanın
İskender’i diyerek devrin hükümdarını Büyük İskender’e benzetmiştir (telmih).
Hızır Aleyhisselam’a telmih yapılmıştır. Şair hükümdarı överken onun kılıcının
kan dökmesinden bahsetmiştir. Bunu da İskender’in Hızır’ın elinden ab-ı hayat
içmesine benzetmiştir. “Kana kana içmek” deyimi kullanılmıştır.
21)
Kul
oldı işiğinde salâtın-i nâmdâr
Bel bağlayalı hidmet-i şâh-ı cihâna tiğ
Tiğ hidmet-i
şâh-ı cihâna bel bağlayalı, salâtın-i nâmdâr işiğinde kul oldı.
Kılıç dünya
padişahına hizmet etmek için ona bel bağlayalı, ünlü sultanlar onun kapısında
kul oldu.
v Hidmet:
hizmet
v Namdar:
ünlü
v Salâtın:
sultanlar
“Bel bağlamak”
ve “kul olmak” deyimleri kullanılmıştır.
22)
Hasmun
gözinden akanı yaş sanma kandır ol
Kezdi eritdi bağrını döndürdü kana tiğ
Hasmun
gözinden akanı yaş sanma ol kandır. Tiğ bağrını eritdi kezdi, kana döndürdü.
Düşmanının
gözünden akanı yaş sanma o kandır. Çünkü kılıç onun bağrını ezdi, eritti kana
döndürdü
Bu beyit
Necati Bey’in şiirlerindeki mahalli unsurların ne kadar önemli olduğunu
göstermek için önemli bir örnektir. Şiirde kullanılan kelimelerin tamamına
yakını Türkçedir. Kullanılan yabancı (hasm, tiğ) sözcükler ise Türkçeleşmiştir.
Şair bu beyti konuşurmuş gibi yazmıştır. Böylece günlük dili şiirin içine dahil
etmiştir.
23)
Sıkı
dost olmışuz ki su sızmaz aramuza
Düşman olalı ol hat-ı anber-feşâna tiğ
Tiğ ol hat-ı
anber-feşâna düşman olalı; sıkı dost olmışuz ki aramuza su sızmaz.
Kılıç o anber
kokusunu şaçan ayva tüylerine düşman olalı beri, kendisiyle öyle sıkı dost
olmuşuz ki aramızdan su sızmaz.
v Hat-ı
anber-feşân: anber kokusu saçan ayva tüyü
Beytin birinci
mısrası tamamiyle Türkçe kelimelerle kurulmuştur.
24)
Divâne
gibi taş ile göğsin döğüp yürür
Yüz üzre her cevânibe leyl ü nehâr âb
Ab leyl ü
nehar divane gibi göğsünü döğüp, yüzü üzre her cevanibe yürür.
Su divane gibi
göğsünü döğerek gece gündüz yüzü üzre her tarafa yürür.
v Leyl:
gece
v Cevanibe:
her taraf
v Nehar:
gündüz
Suyun her
tarafı dolaşmasıyla kişileştirme sanatı yapılmıştır, ayrıca suyun bu hareketi
sevgiliye duyduğu hasrete bağlanarak hüsn-i talil yapılmıştır.
25)
Görsen
ne simberleri uryân idüp koçar
Tapunda yüz bulalıdan âyîne-vâr âb
Ab tapunda yüz
bulalıdan görsen ne simberleri uryan idüp ayine-var koçar
Su senin
katında yüz bulalıdan beri, görsen ne gümüş gerdanlıları soyup ayna gibi
kuçaklar.
v Ayine-var:
ayna gibi
v Simber:
gümüş gerdan
v Uryan:
çıplak
Sevgilinin
banyo yaparken suyun sevgilinin bedenine değmesini, şair suyun yüz bulmasına
bağlayarak hüsn-i talil yapılmıştır. “Yüz bulmak” deyimi kullanılmıştır.
26)
Dem
geldi ki gül şevkine her hâr ayağına
Yüzin süre boynın çeke yalvara benefşe
Dem geldi ki benefşe
gül şevkine her har ayağına yüzin süre, boynın çeke yalvara.
Menekşenin gül
istemek için her dikeninin ayağına yüzünü sürmesinin ve boynunu çekip
yalvarmasının mevsimidir.
v Benefşe:
menekşe
v Har:
diken
“Yüzün sürmek”
ve “boynun çekmek” deyimleri kullanılmıştır.
27)
Ahdünde
hacil oldı yüzi yerlere düşdi
Girdüği içün kisvet-i küffâra benefşe
Benefşe
kisvet-i küffara girdüği içün; ahdünde hacil oldı, yüzi yerlere düşdi.
Menekşe
kâfirlerin kılığına girdiği için; yemininden utandı, yüzü yerlere düştü.
v Hacil
olmak: utanmak
v Kisvet-i
küffar: kafirlerin kılığı
v Ahd:
söz verme, yemin
Menekşe mor
rengindedir, bundan dolayı şair menekşeyi kafirlere benzetmiştir; çünkü eskiden
bazı gayr-i müslimlerin dini önderleri mor kıyafetler giyerlerdi. Bundan dolayı
da menekşenin utancından yüzü yerlere düşmüştür. Aslında şair “utancından yüzü
yerlere düştü” derken bir yandan da ,yüzü yere düşmek, deyiminin açıklamasını
vermiştir. Böylece şair deyimi ve açıklamasını aynı beyit içinde vermiştir.
28)
Çıkarduk
elden anı kim eline girse idi
Zebûn ola idi destinde Rüstem-i destân
Anı elden
çıkarduk kim Rüstem-i destân eline girse idi eline zebun ola idi.
Öyle birini
elden çıkardık ki, eğer Zaloğlu Rüstem eline girseydi, elinde güçsüz ve perişan
olurdu.
v Zebun:
zayıf, güçsüz, aciz
“Elden çıkarmak”
deyimi kullanılmıştır.
29)
Kara
saçun gibi baştan ayağa düşürdün
Şikeste-hâl ü perişan ü bi-kenar itdün
Kara saçun
gibi baştan ayağa düşürdün. Şikeste-hâl ü perişan ü bi-kenar itdün
Kara saçın
gibi baştan ayağa düşürdün, kırgın, dağınık ve karasız ettin.
v Şikeste-hal:
kırılmış hal
30)
Ne
tacirdür ki yâkût-ü-dür ile
Getürür Hind ilinden Ruma anber
Ne tacirdür ki
Hind ilinden yakut ü dür ile Ruma anber getürür.
Ne tacirdir ki
Hindistan’dan Anadolu’ya yakut ve inci ile misk kokusu getirir.
v Dür:
inci
v Anber:
güzel koku
Necati Bey
divan edebiyatının bilinen mekanlarının arasına bir de Anadolu’yu katmaktadır.
Böylece şair mekanda mahallileşmeye gitmiştir.
31)
Alelhusûs
gelüb Tunadan ubur itmek
Tecavüz ola hakîkatde hadd-i imkânı
Alelhusûs
gelüb Tunadan ubur etmek, hakikatde hadd-i imkanı tacavüz ola.
Gelip Tuna’dan
geçmek, gerçekte olabilecek olanın sınırlarını zorlamaktır.
v Alelhusûs:
hele, hususiyle, en çok
v Ubur:
bir suyun öte tarafına geçmek
Bu kaside 2.
Bâyezid’in savaşlarda gösterdiği başarıları övmek için yazılmıştır. 2. Bayezid
devri Osmanlı ordusunun Balkanlar’da başarı gösterdiği yıllardır. Şair de bu
beyitte ordunun Tuna nehrini geçerek imkanın sınırlarını zorladığını dile
getirmiştir. Osmanlıların Balkanlar’a geçişiyle beraber divan şiirine
buralardaki şehir ve yer isimleri de girmiştir.
32)
Müluk-i
asr rikâbunca yürüye nitekim
Tatar Hanı ve Eflak ilinin banı
Asrın
melikleri senin arkandan yürüyeler, nitekim Tatar Hanı ve Eflak ilinin beyi
(senin erdınca yürümektedirler).
v Mülûk:
melikler, hükümdarlar
v Rikâb:
ense kökü, boyun
Şair Sultan
Bâyezid’i övmek için Tatar Hanının ve Eflak Beyinin Sultanın ardı sıra
yürüdüklerini söylemiştir. Bu beyitte Tatar Hanı dediği Kırım Beyidir. Eflak
ise bugünkü Romanya’dır. Bu topraklar o dönemde Osmanlı hakimiyetindeydiler ve
buraların beyleri Osmanlı Devletine bağlı idi.
NECATİ BEY
GAZELLERİNDE
1) Ey bana sen ağlamakla başa çıkamazsın diyen
Gözi yenmeyen
kişi ummâna olmaz âşinâ
Ey bana sen
ağlamakla başa çıkamazsın diyen; Gözi yenmeyen kişi ummana aşina olmaz.
Ey bana sen
ağlamakla başa çıkamazsın, eline bir şey geçmez diyen; gözü tutmayan kişi
denizde yüzemez.
v Umman:
deniz
Bu beyit Necati
Bey’in neredeyse saf Türkçe ile yazdığı beyitlerden biridir. Bu beyitte
kullanılan Arapça’dan dilimize geçmiş umman ve Farsça’dan dilimize geçmiş aşina
sözcükler ise günümüzde bile yaygın olarak kullanılan sözcüklerdir. Beyitte iki
tane deyim kullanılmıştır: “Gözi yenmek” ve “başa çıkmak”. “Gözi yenmek” deyimi
günümüzde “gözü yemek” şeklinde kullanılmaktadır.
2) Niçün ahşamlarsın ağyâr ile ey bedr-i tamâm
Seg bilürsün
kim meh-i tâbâna olmaz âşinâ
Ey bedr-i
tamam niçin ağyar ile ahşamlarsın? Bilirsin,
seg meh-i tabana aşina olmaz bilürsin.
Köpeğin
dolunaydan hoşlanmadığını bilirsin. Ey parlak ay, ne diye yabancılarla akşamlarsın?
v Seg:
köpek
v Meh-i
taban: parlak ay
v Bedr-i
tamam: dolunay
Bedr-i tamam
ve meh-i taban tamlamalarında sevgili kastedilmiştir; sevgilinin kendisi
söylenmeden sevgili işaret edildiği için istiare yapılmıştır. Ağyar ve seg,
bedr-i tamam ve meh-i tâbân sözcükleri arasında leff ü neşr-i müretteb sanatı
vardır. “Aşina olmak” yerel bir kullanımdır.
3) Dimez nice sürinürsün kapumda sen de garip
Kimesne bencileyin
olmasun vatanda garip
Kapumda nice
sürinürsün sen de garip dimez, kimesne vatanda bencileyin garip olmasun.
Kapımda garip
bir şekilde ne sürünüp duruyorsun demez! Kimse benim gibi vatanında garip olmasın.
v Bencileyin:
benim gibi
Necati Bey
Türkçeyi divan şiirine başarıyla uygulamış şairlerden biridir; hatta ilkidir
diyebiliriz. Necati Bey’le beraber İstanbul Türkçesi divan şiirinde başarıyla
kullanılmıştır. Şairin özellikle gazelleri konuşuyormuş edasıyla yazılmıştır.
Bu durum divan şiirinin 15. yüzyılda günlük yaşamın içine ne kadar sirayet ettiğini
göstermektedir.
4) Eğerçi ağır olur taş kopduğu yerde
Sitâre var ki
akiki ider Yemende garip
Eğerçi taş
kopduğu yerde ağır olur, Sitare var ki Yemende akiki garip ider.
Gerçi taş
bulunduğu yerde ağır olur derler. Fakat öyle bir yıldız vardır ki Yemen’de
akiki eşsiz kılar.
v Sitare:
yıldız
v Akik:
değerli bir taş
v Garib:
kimsesiz, zavallı; tuhaf, şaşılacak, bambaşka
Pek parlak
olan ve güney tarafına düştüğü için Yemen’de daha iyi görüldüğünden Süheyl-i
Yemân olarak adlandırılan bir yıldızın bu ülkede pek bol olduğu söylenen akiğin
oluşunda etkisi olduğuna inanılır. Bu yıldız çıktığı zaman oluşan akiğin, bu
yıldızın rengini aldığı düşünülürdü. Bu rivayeti anımsatma yoluyla telmih
sanatı yapılmıştır. Garip sözcüğü zavallı ve tuhaf anlamlarına gelecek şekilde
tevriyeli kullanılmıştır. “Taş koptuğu yerde ağır olur” atasözü kullanılmıştır.
5) Sabâ gibi yüzi üzre görüp Necâtiyi
Didi nice sürinürsin kapumda sen de garip
Necatiyi saba
gibi yüzi üzre görüp didi: Sen de kapumda nice sürinürsün garip?
(Sevgili) Necati’yi
kapısının önünde rüzgar gibi yüzünün üstünde sürünür halde görünce O’na: “Neden kapımın önünde
garip bir şekilde sürünüyorsun?” dedi.
v Sabâ:
gün doğusundan esen hafif ve latif rüzgar
6) Meyl it gözüm yaşına eyâ serv-i hoş-hırâm
Dirler ki eyle
iylüği âb-ı revâna at
Eya serv-i
hoş-hırâm gözüm yaşına meyl it. İylüği
eyle âb-ı revâna at dirler.
Ey hoş edalı
servi, gözümün yaşıyla ilgilen; iyilik et de akan suya at derler.
v Ab-ı
revan: akan su
v Meyl
it: ilgilen
v Hıram:
nazlı, edalı, salına salına gidiş
Şair serv-i
hoş-hıram derken sevgiliyi kastetmiştir (istiare). İkinci mısrada “iyilik et
suya at” atasözü kullanılmıştır. “İyilik et denize at” atasözü kullanılmıştır.
Şiirlerde atasözleri asli şekilleriyle kullanılmazlar; şair vezin ve anlam
kaygısıyla atasözündeki sözcüklerin yerlerini değiştirebilir veya yerlerine
başka sözcükler kullanılabilir. Bu beyitte de benzer bir durum söz konusudur:
Şair deniz yerine “akar su” demiştir. Yalnız atasözünün asli şekli böyle olup
sonradan değişikliğe uğramış da olabilir.
7) Ehl-i diller göricek âyinede tasvirüni
Bağrına basmış
durur İsâyı Meryem sandılar
Ehl-i diller
âyinede tasvirüni göricek, Meryem İsayı
bağrına basmış durur sandılar.
Gönül ehli
olanlar senin aynadaki resmini görünce; Hz. Meryem İsa peygamberi bağrına basıp
kucaklamış sandılar.
v Ayine:
ayna
Kiliselerde
Hz. İsa’yı Hz. Meryem’in kucağında gösteren tasvirlere sıkça rastlanmaktadır.
Şair bu beyitte sevgilinin aynadaki görünüşünü bu tasvirlere benzetmiştir. “Bağrına
basmak” deyimi kullanılmıştır.
8) İncelikde bilüne mânendi yokdur didiler
Yoğ olalar k’ol
hilâl ebrûların kem sandılar
Bilüne,
incelikde manendi yokdur didiler. Yoğ olalar k’ol hilâl ebrularun kem sandılar.
Belinin
incelikde benzeri yoktur dediler; yok olacasılar hilal kaşlarını (incelikte belinden)
daha aşağıdır sandılar.
v Manend:
benzer, denk
v Ebru:
kaş
v Kem:
daha aşağı olan
Necati Bey’in
şiirlerinde halkın kullandığı pek çok söyleyiş yer almaktadır. Bu beyitinde de
şair bugün de halk arasında çok yaygın olarak kullanılan bir bedduaya yer vermiştir.
9) Kaddün katında turmağa yaraşmadı diyü
Servün alup
elini yabanlara atdılar.
Kaddün katında turmağa yaraşmadı diyü,
servün elini alup yabanlara attılar.
Senin boyunun katında durmaya yaraşmaz
(layık değildir), diye servinin elinden tutup yabanlara attılar.
10) Afitâbum yüzün ağ olsun açukdur gerçi kim
Sâye-vâr
arduncadur bir nice yüzi karalar
Afitâbum yüzin
ağ olsun, gerçi kim açıkdur; bir nice
yüzi karalar saye-var arduncadur.
Ey güneşim,
gerçi birçok yüzü karalar gölge gibi ardından ayrılmazlarsa da yine (senin) yüzün
ak alnın açıktır.
v Afitab:
güneş
v Saye-var:
gölge gibi
Birinci
mısrada afitabım derken sevgili kastedilerek istiare yapılmıştır. Şair
sevgiliyi güneşe benzeterek sevgilinin yüzünün de güneş gibi parlak olduğunu
belirtmiştir. “Yüzün ak olmak” deyimi kullanılmıştır.
11) Ey Necati çıkma yoldan aldanup güzellere
Şem’ gibi sanma
kim dâim önünce varalar
Ey Necati
güzellere aldanup yoldan çıkma, sanma kim şem’ gibi daim önünce varalar!
Ey Necati,
güzellere aldanıp yoldan çıkma; mum gibi daima senin önün sıra gideceklerini
sanma!
v Şem’:
mum
v Daim:
daima
12) Yetimler gibi şâhâ iki gözüm bebeği
Mahallen içre
otırmış türâb ile oynar
Şaha, iki
gözüm bebeği mahallen içre yetimler gibi oturmış türab ile oynar.
Ey sultanım!
İki gözümün bebeği, mahallenin içinde yetimler gibi oturmuş toprakla oynar.
v Türab:
toprak
Bu beyitte
şair sevgilinin mahallesinin toprağına kapanıp yüzünü gözünü sürdüğünü,
dolayısıyla da onun ayağını bastığı toprağın bile ne kadar değerli olduğunu söylemek
istiyor. Çünkü aşığın gözleri sevgilinin geçtiği yollarda daima onun ayak
izlerini aramaktadır.
13) Nice dirsin ey gönül kim hecrden can
ağlamaz
Ya’ni kimse var
mıdur bu derd ile kan ağlamaz
Ey gönül nice
dersin kim can hecrden ağlamaz? Yani bu derd ile kan ağlamaz kimse var mıdur?
Ey gönül nasıl
dersin ki can ayrılıktan ağlamaz(şikayet
etmez)? Yani bu derd ile kan ağlamayan kimse var mıdır?
v Hecr:
ayrılık, firak
Beyitte
kullanılan sözcüklerin nerede ise tamamı Türkçedir. Türkçe olmayan hecr, can ve
derd sözcükleri ise pek çok Türkçe sözcükten çok daha fazla benimsenmiş
sözcüklerdir. “Kan ağlamak” deyimi ise herhangi bir olay karşısında duyulan
aşırı üzüntüyü belirtmek için kullanılan bir deyimdir.
14) Kaçan lâyık olur ehl-i safâ bezmine şol
kimse
Ki hasret odına
bağrı döne döne kebâb olmaz
Kaçan şol
kimse ehl-i safa bezmine layık olur ki hasret
odına bağrı döne döne kebab olmaz .
Hasret
ateşinde bağrı döne döne kebab olmayan kimse ki keyif ehlinin meclisine layık
olur.
v Ehl-i
safa: safa adamı, keyif adamı
v Bezm:
Meclis
Hasret
ateşinde bağrı yanmayan kişi keyif ehlinin meclisine layıktır; çünkü o kişinin
dertle, kederle işi yoktur. Şair bu beyitte bu tür kişilere biraz küçümser bir
tavırla yaklaşmıştır. Divan şairi kendini rindane bir tip olarak göstermekten
hoşlanır. Onun için masivaya meyletmek bazı divan şairleri tarafından hoş
karşılanmamıştır. “Hasret odına bağrı döne döne kebab olmaz” söyleyişi mahalli
bir söyleyiştir.
15) Gam u gussa üşüp gönlüm evin yıkdukları
budur
Ki etrafa
ulaşmaya derûnumda yanan âteş
Budur üşüp gam
u gussa gönlüm evin yıkdukları ki derûnumda yanan âteş etrafa ulaşmaya.
Gam ile keder
gönül evime üşüşerek (gönlüm evini) yıktılar, içimde yanan ateş etrafa
ulaşmasın diye (bunu yaptılar).
v Gussa:
keder
v Derun:
iç, derinlik
Gam ile keder
şairin içinde yanan ateş etrafa ulaşmasın diye, onun gönül evini yıkmışlardır.
Gönül bir eve benzetilerek teşbih yapılmıştır. “Evim yıkıldı” deyimi yaşanan
büyük bir felaketi anlatmak için kullanılır: Şair de burada yaşadığı duygusal
çöküntünün boyutlarını göstermek için bu deyimi kullanmıştır.
16) Ey güzellik bürcine horşid olan yakma beni
Yirde kalmaz
çün bilürsin dûd-ı âhı kimsenün
Ey güzellik
bürcine horşid olan beni yakma, çün bilürsin kimsenün dûd-ı âhı yirde kalmaz.
Ey güzellik
burcuna güneş olan, beni yakma; çünkü (sen de) bilirsin kimsenin bedduası yerde
kalmaz.
v Dud-i
ah: ilenme, beddua
v Bürc:
burç, kale, hisar
v Horşid:
güneş
17) Didüm işigüne yüzüm süreyin güldi didi
İşte bak Kâ’be gerek
hâci gerek kurbân ol
Didüm işigüne
yüzüm süreyin, güldi didi; bak işte Kâbe gerek hacı gerek, kurban ol.
Dedim eşiğine
yüzümü süreyim, güldü dedi (ki); bak işte kabe ve hacı olmalı ki kurban
olabilesin.
Şair sevgiliye
sesleniyor ve onun eşiğine yüz sürmek istediğini belirtiyor. Sevgili ise her istenenin her
yerde yapılamayacağını dile getiriyor. Şair sevgilinin büyüklüğünü belirtmek
için “eşiğine yüz sürmek” deyimini kullanmıştır.
18) Kâmet ü zülfe giriftâr oldılarsa can u dil
İtdilerdi
buldılar bîçâre nitdüm neyledüm
Can u dil
kamet ü zülfe giriftar oldılarsa; itdilerdi buldılar, biçare nitdüm neyledüm?
Ey gönül ve
can o boya ve zülfe tutuldularsa, ettiler de buldular (bunda ben) biçarenin
(suçu ne) ne yaptım?
v Kamet:
boy
v Giriftar:
içi içe girmiş, tutulmuş, yakalanmış
v Dil:
gönül
Şair burada
kendi gönlünden ve canından bahsederek, onların sevgilinin boyuna ve saçlarına
tutularak ettikleri bir kötülüğün cezasını çektiklerini, bunda da kendisinin
hiçbir suçunun olmadığını belirtmektedir. Can ve dil kişileştirilmiştir.
19) Hayâli serv-i kaddün dile gelmedi haylıdan
Ayağına su
dökmelü olupdur çeşm-i pür-nemden
Haylıdan
serv-i kaddün hayali dile gelmedi, çeşm-i pür-nemden ayağına su dökmelü
olupdur.
Çoktandır
servi boyunun hayali gönüle gelmedi, (her halde) nemli gözümden ayağına su
dökmek gerekiyor.
v Pür-nem:
nemi bol
Ayağına su
dökmek deyiminin iki manası vardır; biri servi hep su kenarında tasavvur edilir
ayağına su dökülür bu gerçek anlamdadır. Diğer anlamı ise; bugün de
kullandığımız “hürmet etme” manasındadır ki bu beyitte bu anlam daha
belirgindir. Deyim iki anlama gelecek biçimde kullanıldığı için burada tevriye
sanatı yapılmıştır.
20) Müsâfirdür saba şimdi ayak tozu ile geldi
Getürdi gönlüme
bûy-ı vefâ ol zülf-i pür-hamdan
Saba şimdi
ayak tozu ile geldi, müsafirdür. Gönlüme ol zülf-i pür-hamdan buy-ı vefa
getürdi.
Sabah yeli
ayağının tozuyla şimdi gelmiş bir misafirdir, ki gönlüme o büklüm büklüm saçtan
vefakarlık kokusu getirdi.
v Buy-ı
vefa: vefakarlık kokusu
v Pür-ham:
büklüm büklüm
Sabah rüzgarı
şaire sevgilinin kokusunu getirmiştir. Divan edebiyatında sabah rüzgarı
genellikle sevgili ile bağlantılı olarak düşünülür. Burada da rüzgar sevgilinin
kokusunu taşıyan bir haberci olarak tasavvur edilmiştir. “Ayağının tozu ile
gelmek deyimi” yeni geldi, henüz geldi anlamlarına gelir.
21) İzün tozını gün gözine tûtiyâ içün
Gökden yire
inerse Mesîhâya virmezin
İzün tozını
gün gözine tutiya içün mesiha gökden yire inerse virmezin.
İzinin tozunu
güneşin gözüne sürme diye istemek için Hz. İsa gökten yere inse (gene de)
vermem.
v
Tutiya: sürme
Bu beyitte
bahsedilen sürme aynı zamanda göz hastalığına ilaç olarak kullanılırdı. Burada
hastaları tedavi etmek, körlerin gözünü açmak gibi mucizeleri olan Hz. İsa’nın
ölmeyip güneşin dördüncü feleğinde olduğu hatırlatılarak telmih sanatı
yapılmıştır.
22) Fürkat gözümün acı yaşın ırmağ idüpdür
Su sızmaz iken
benüm ile yâr arasında
Benüm ile yâr
arasında su sızmaz iken, fürkat gözümün acı yaşın ırmağ idüpdür.
Benim ile
sevgili arasında su sızmaz iken, şimdi
(sevgiliden) ayrı olduğum için gözümden akan yaşlar ırmak olmuştur.
v
Fürkat: ayrılık, firak
“Aramızdan su
sızmaz” deyimi iki kişi arasındaki samimiyeti dile getirmek için kullanılır.
23) Şişe göğsin geçürür leblerün öpdükçe kadeh
Dili varmaz
yüreğüm toptolu kandur dimeğe
Kadeh,
leblerün öpdükçe şişe göğsin geçürür. Yüreğüm toptolu kandur dimeğe dili varmaz
Kadeh
dudaklarını öpdükçe (aşık) şişe göğsünü geçiririm. (Aşığın) yüreğim dopdolu
kandır demeye dili varmaz.
Bu beyitte
şair, aşığın yüreğinin kan dolu olmasını; kadehin sevgilinin dudağını öpmesine
karşı koyamaması sonucu olduğunu söyleyerek hüsn-i talil sanatı yapmıştır.
Kadeh-şişe-kan-leb arasında tenasüp sanatı vardır.
24) Kamu çirkinliği sen kendüne isnâd itdün
Yüzümüz döyemez
âyine yalandur dimeğe
Kamu
çirkinliği sen kendüne isnad etdün, ayine yalandur dimeğe yüzümüz döyemez.
Her türlü
çirkinliği sen kendine yakıştırdın, (şimdi kalkıp da) ayna yalancıdır demeye yüzümüz
varmaz.
v
İsnad: bir nesneye, bir şeye dayanmak
Şair bu
beyitte sevgiliye seslenerek: Sen bütün çirkinlikleri kendine isnad ettin ama
böyle bir şey yok; fakat aynalarda yalan söylüyor demeye yüzümüz tutmuyor,
diyor. Aslında aynalar her şeyi olduğu gibi yansıtırlar, aynanın güzeli çirkin,
çirkini güzel gösterme gibi bir özelliği bulunmamaktadır. Şair burada
sevgiliye; aslında seni güzel yapan bizim aşkımız, eğer biz aşıklar olmasaydık
senin hiçbir kıymetin bulunmazdı demek istiyor. Bu beyit Aşık Veysel’in:
Güzelliğin on par etmez
Bu bendeki aşk olmasa
dizelerini
hatıra getirmektedir. Çok farklı zamanlarda yaşayan iki şair, herhalde aynı
duygular içerisinde aynı şeyleri yazmışlardır.
25) Nola dökülse yaşum çeşme-i Hayvân değül a
Yire geçsün
nideyin dirlüğüm andan değül a
Yaşum yere dökülse
nola? Çeşme-i Hayvân değül a! Dirlüğüm andan değül a !Nideyin yire geçsün .
Gözümün yaşı
dökülse ne çıkar? (O yaşlar) bengisu değil ya! Bütün varlığım o değil ya yere
geçse ne çıkar
v
Çeşme-i Hayvân: Farsça, hayat çeşmesi
demektir. Tasavvufta, marifetin kaynağı ve aslı anlamında kullanılan bir
terimdir. Sonsuz hayat suyunun çeşmesi.
26) Dünyâyı bir yana koysalar bir yana seni
Bana seni gerek
seni ey bivefâ seni
Dünyâyı bir
yana, seni bir yana koysalar; ey bivefa bana seni gerek seni.
Dünyayı bir
yana seni bir yana koysalar; ey vefasız ben yine de seni isterim.
v
Bivefa: vefasız
27) Elif-i kâmetün ile kaşuna râ diyeli
Gönlümi
eyleyimez kimse bu râdan gayrı
Elif-i
kametün ile kaşuna “ra” diyeli; bu radan gayrı kimse gönlümi eyleyimez.
Elif boyun
ile kaşlarına “ra” diyeli; bu ra gibi olan kaşlarının düşüncesinden başka kimse
gönlümü eyleyemez.
Bu beyitte boy
“elif” harfine kaş da “ra” harfine benzetilmiştir. Bu benzeyiş harflerle,
kendilerine benzetilenler arasındaki şekil benzerliğinden dolayıdır. Ayrıca
“ra” kelimesi “rey,düşünce” demektir. Ve rey “re” ve “elif” harfleriyle
yazılır. Bu söz oyunuyla şair sevgilinin düşüncesini kastetmiştir.
28) Eli açukluğudur kim çınarun
Elini tutar
ardına önüne
Çınarun elini
arduna önüne kim tutar eli açukluğudur.
Çınar elini
ardına önüne tutar ki (bu onun) eli açıklığındandır.
Bu beyitte
anlatılmak istenen çınar meyvesiz ve çıplak bir ağaç olduğudur. Çınar bu hareketiyle de etrafını kapatmaya çalışır.
Yani kişileştirme vardır.
29) Gözlerüm kan ağlamayınca tuyulmadı gamun
İki tolu
gelmeyince râzumuz fâş olmadı
Gözlerüm kan
ağlamayınca gamun tuyulmadı, İki tolu gelmeyince râzumuz fâş olmadı.
Gözlerim kan
ağlamayınca (senin için çektiğim) gam duyulmadı, iki dolu(kadeh) gelmeyince
sırrımız açıklanmadı.
v
Raz: saklı şey, sır
v
Faş: meydana çıkmış yayılmış
Bu beyitte
şair sarhoş olmadıkları için sır sakladıklarını, sarhoşların ise sır saklamada
başarısız olduklarını belirtmektedir.
30) Ben üzümün suyın severem sofi danesin
Zira kimi
kızını sever kimi anasın
Ben üzümün
suyın severem sofi danesin; zira kimi kızın, kimi anasın sever.
Ben üzümün
suyunu severim sofu da tanesini; çünkü kimi kızını sever kime annesini
Şaraba,
Araplar “bintü’l-inep” Farslar ise “duhter-i rez” demektedirler. Her iki
tamlamada da üzümün kızı demektir. Burada da kastedilen aslında şaraptır.
33)
Geydürelden
adl-i Şeh emn ü ferâgat hilatin
Rum iline milket-i İran u Turan imrenür
Adl-i şeh emn
ü ferâgat hilatin geydürelden, milket-i İran u Turan Rum iline imrenür.
Adalet
padişahı emniyet ve zengin olma elbisesini Rum ülkesine giydirdiğinden beri,
İran ve Turan (Rum ülkesine) imrenir.
v Milket:
ülke, mülk
v Hilat:
eskiden padişah veya vezir tarafından beğenilen kişiye giydirilen elbise
v Feragat:
vazgeçme, el çekme; istirahat, dinleme; vazgeçecek kadar zengin olma
34)
Aydın
içinde tîre (Tire)dürür hâl-i ârızun
Ruhsâr Germiyan hatt-ı müşgin (Karasi)dür
Hal-i arızın
Aydın içinde tîre (Tire)dürür. Ruhsar Germiyan hat-ı ârızun (Karasi)dür.
Yanağının hali
Aydın ili içindeki Tire ilçesi veya aydınlık içindeki karanlık gibi durur.
Yanağın Germiyan’a, yanağındaki ben ise Karasi’ye benzer.
v ârız:
gelen; tesadüfi vaka; yanak
v tîre:
bulanık; kara, karanlık; gece
v ruhsar:
yanak, yüz, çehre
v hatt-ı
müşgin: yanaktaki ben
Bu beyit
Necati Bey’in şiirlerinde bulunan mahalli yer ve bölge isimlerini nasıl
kullandığını gösteren güzel bir örnektir. Şair birinci mısrada sevgilinin
yanağını o dönemde Aydın iline bağlı Tire ilçesine benzetmiştir. Ayrıca Aydın
hem bir ilin ismidir hem de aydınlık anlamına gelir; Tire de aynı şekilde hem
bir bölgenin ismidir hem de karanlık anlamına gelir. Mısrayı bu açıdan
incelediğimiz zaman şairin sevgilinin yüzünü aydınlık içindeki karanlığa
benzettiğini görürüz. İkinci mısrada ise şair sevgilinin yanağını Germiyan’a
-Germiyan o dönemde Kütahya ve civarına verilen isimdir- yanağındaki beni ise
Karasi’ye –Karasi o dönemde Balıkesir ve civarına verilen isimdir- benzettiği
görülür. Şair bu mısrada da Karasi sözcüğünü hem yer ismi olarak, hem de siyah
anlamına gelecek şekilde tevriyeli kullanmıştır. Sevgilinin yanağını Tire’ye,
benini Karasi’ye yine yanağını Germiyan’a benzeterek teşbih yapmıştır.
Şairin bu
beyitte sevgiliyi tasvir edebilmek için batı Anadolu’daki yer isimlerini kullanması
ilginçtir. Divan edebiyatında sevgilinin vücudunun çeşitli bölgelerinin, bazı
şehirlere benzetilmesi alışıldık bir durumdur: Mesala sevgilinin saçının Şam’a,
dudaklarının Kandehar’a benzetilmesi gibi. Ama ilk defa Necati Bey sevgilinin
vasıflarını batı Anadolu’daki bazı şehirlere benzetmiştir. Bu durum Türklerin
zaman içinde Anadolu’yu sadece bir toprak parçası olarak görmediklerini,
sevgilinin vasıfları ile bu toprakları özdeşleştirerek burayı asli vatanları
bildiklerini göstermektedir. Bu beyit aynı zamanda şairin divan şiirini
millileştirmek için bilinçli bir çaba içinde olduğunu gösterir.
KITA
1.
Her
yire Bursa’dan irer behre
Göneneyin bunun gibi şehre
Gendü Firdevs bağına benzer
Cûyı cennet içindeki nehre
Her yire
Bursa’dan behre irer, bunun gibi şehre göneneyin. Cûyu cennet içindeki nehre,
gendü Firdevs bağına benzer.
Her yere
Bursa’dan bir hisse düşer, böyle bir şehirle övünmeliyim. Nehri cennet içindeki
nehre, kendisi de Firdevs bahçesine benzer.
v Behre:
pay, kısmet, hisse
[1] Nihad
Sâmi BANARLI, Resimli Türk Edebiyatı
Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 2001, sy.468
[2] Dr.
Mustafa İSEN, Latîfî Tazkiresi, Akçağ
Yay., Ankara, 1999, sy., 321
[3] Dr.
Mustafa İSEN, age., sy, 324
[4] Dr.
Mustafa İSEN, age., sy, 325
[5] Nihad
Sami BANARLI, age., sy. 469
[6] Nihad
Sâmi BANARLI, age., sy.468